Söyleşiler

EBRU CEYLAN SÖYLEŞİSİ

Ebru Ceylan adını sanırım ülkemizde birazcık sinema ve fotoğraf ile ilgilenen herkes duymuştur. 2015 yılında düzenlediği senaryo atölyesine katılarak kendisinden eğitim alma fırsatı buluştum. Bizi kırmayıp dergimize verdiği bu samimi, sıcak söyleşi için kendisine teşekkür ederim.

 

Ebru Hocam merhaba. Hem fotoğrafçı hem senaristsiniz. Öğrencilik döneminizde yönetmenliğini yapmış olduğunuz kısa filmler de var. Öncelikle senaryo yazarlığınızı konuşmak istiyorum. ‘Üç Maymun’ (2008) filminden sonra çalışmalarınızın daha karmaşık, katmanlı bir yapıya evrildiğini gözlemliyorum. Bu filmlerin hepsinde Bir Zamanlar Anadolu’da (2011) , Kış Uykusu (2014), Ahlat Ağacı (2018)  ana izlek çeşitli yan hikayelerle destekleniyor; karakterlerin hem birbirleriyle hem de kendileriyle iç çatışmaları daha yoğun. Çalışmalarınızın başından beri böyle bir noktaya varmasını bekliyor muydunuz?

Öncelikle şunu söylemeliyim ki, her yazdığımız yeni senaryonun ne üzerine olacağı konusu tamamen yönetmenin seçimi. Ve her yeni konu beraberinde kendi biçimini de bir miktar beraberinde getiriyor. Senaryo maceramın başından itibaren bırakın vardığım noktayı, bir sonraki projenin bile nasıl birşey olacağı üzerine bir fikrim olmuyor. Ne içerik ne biçim, hiçbir anlamda. Her şey bir akış içerisinde her seferinde en baştan şekilleniyor. Yönetmenler de, senaryo yazarları da,  yıllar içerisinde çeşitli anlamlarda, çeşitli değişimlere uğrayabiliyorlar herkes gibi. Filmografimizde hissedilen değişimlerin sebebi bu tür bir şey olabilir .

Bütün filmlerinizde derinlikle çizilmiş karakterler görüyoruz. Başarılı bir karakter nasıl yaratılır? Bir insanın eksik, zayıf yönlerini gösterdiğimiz zaman mı bir karakter yaratmış oluruz yoksa esas olan karakterin yolculuğu, kişiliğindeki değişimin hikâyesi midir?

Bu çok uzun ve derin bir hikaye. Sinemada iyi bir karakter yaratmanın incelikleri üzerine çok şey söylenebilir. Ama elbette ki, en temel kurallardan biri, karakterin zaaflarıyla beraber ortaya konmasıdır. Zaaf yoksa zayıf yön yoksa, sorun da olmaz çelişki de olmaz, hikaye de olmaz.  Bahsettiğiniz gibi, karakterin yolculuğuna da, karakterin değişimine de kaynaklık eden unsur karakterin zaafıdır genellikle. Ama ben senaryo kuramı üzerine böyle kalıplaşmış, kesin cümleler kurmaktan pek hoşlanmıyorum doğrusu. Çünkü bir film , bilimsel bir deney değildir. Kesin ve nesnel yasaları yoktur. . .Bir film çok kişisel bir deneyimdir. Yasaları birazda bozuldukça zenginleşir ve derinleşir.

Bir karakteri iyi ve kötü yönleri ile yaratabilmek bir anlamda senaristin (yazarın) kendisine de dönüp bakması, ruhuna ayna tutması, olumsuz yönlerini estetize ederken kendini sevmesi değil midir biraz da? Yazma süreci sizin için sancılı bir süreç midir yoksa sağaltıcı mıdır?

Evet aslında, yazma süreci, yada her türlü yaratma süreci aynı zamanda kendinle bir yüzleşmedir. Kendinle karşılaşma, tanışma ve bir sınanma sürecidir. Tabi eğer gerçekten içine bakıyor ve içini açıyorsan. Ki bu özgün, samimi ve derinliği olan bir iş üretmenin vazgeçilmez koşuludur bana göre. Ben mümkün olduğunca kendime karşı dürüst olmaya çalışıyorum yazarken. Kendimden, zaaflarımdan, içimdeki karanlık yönlerden korkmuyorum. Bu da işimi kolaylaştırıyor doğrusu.

IAtölyede verdiğiniz derslerde ‘en güzel sanat eğitimi sizden önce yapılanları incelemektir’ dediğinizi hatırlıyorum. Bu bağlamda klasik sinema yapıtları sizin gözünüzde bir ‘kanon’ oluşturmuş mudur? Bugün bir yazar adayının Cervantes’i, Chaucher’i, Homeros’u okuması gerektiği gibi bir sinemacı adayı da aynı gözle sessiz filmleri; bir Murnau’yu, Carl Dreyer’i izlemeli midir?

Kesinlikle. Hatta bence bir sanatçı mutlaka multidisipliner çalışmalıdır. Sözgelimi bir sinemacı kendinden önce yapılmış olan filmlere bakmakla kalmayıp, edebiyat literatürüne de, felsefi düşünce dünyasına da, tüm güzel sanatlar tarihine de bir miktar hakim olmalı, merak duymalıdır. Çünkü her şey birbiriyle ilgilidir, birbirini tamamlar.

Sitemizde şimdiye kadar Zvyagintsev’in iki filmini çözümlemeye çalıştık. Bu çalışmalara devam edeceğiz. Sizin önereceğiniz senaryosu ‘didiklenmeyi’ hak eden filmler hangileridir? Filmleri tekrar tekrar not alarak izlenmesi gereken yönetmenler kimlerdir?

Her yönetmenin iyi olduğu farklı alanlar var. Sözgelimi ben bir atmosfer ve belli bir ruh halini yaratma becerisi açısından Tarkovski’ye verdiğim önem kadar, bir hikayeyi akıcı, sade ve etkileyici anlatabilme ustalığı konusunda da Kieslowski’ye bakarım. Klasik sinema dilini öğrenmek istiyorsam Hollywood filmlerine, Spielberg’e, Martin Scorsese’e, iyi diyalog için Bergman’a, Woody Allen’a  bakarım. Hepsine bakmak, anlamaya çalışmak lazım.

Yine bir söyleşinizde ‘fotoğraf çekmek için gitmiyorum onu bahane ediyorum’ diye bir ifadeniz var. Sık sık seyahat ettiğinizi biliyoruz. Yolculuk size neyi çağrıştırıyor?

Yolculuk benim dünyamı genişleten bir eylem. Hayat duygusunu kavramam, kendi yerimin küçüklüğünü ve konfor alanımın, zihnim ve hayal gücüm üzerindeki baskısını azaltmak için kullandığım bir yaşamsal zorunluluk. Diğer faydaları, fotoğraf vs.. cabası.

Neden festivallerden ödülle dönen sizin gibi sinemacılarımızın sayısı az? Türk sinemasının, Türk sinemacılarının sizce eksiği nedir?

Festivaller ve ödüller hiçbir şey ifade etmez. Ödül almayan filmler iyi değil anlamına da gelmez. Sanatta iyi, kötü çok öznel yargılardır. İnsan yaptığı işi seviyorsa, istediği tarz bir sinema yaptığına inanıyorsa bence başarı budur.

İyi bir sinema filmi sizce nasıl öğeler içermelidir. Sizin ‘sinema gibi sinema’ dediğiniz filmlerin ortak özellikleri var mıdır? Varsa nelerdir?

Ben özgün, kişisel, zihin açıcı ve sinematoğrafisi güçlü filmleri seviyorum. Konunun ilginç olması çok önemli bir konu değil benim için. İlk kez gördüğüm çok etkileyici bir manzaranın verdiği yüksek duyguyu ve heyecanı versin yeter. Ne anlattığı daha az önemli benim için.

 Nasıl bir çalışma yönteminiz vardır, disiplinli misinizdir? İyi bir senarist olmak için ‘olmazsa olmazlar’ sizce nelerdir? Farklı bir mesleğe sahip olanlar da sizce sinema sektöründe başarılı olabilirler mi?

Ben çok çalışırım. Kitap okurum, fotoğraf çekerim, film izlerim, seyahat edip sergi gezerim. Neyi niye sevdiğim üzerine düşünürüm. Her şeyin tarihini merak ederim. Evrenin tarihi, insanlık tarihi, dinler tarihi, felsefe ve sanat tarihi. Bence meraklı ve çalışkan herkes, hangi meslekten olursa olsun, istediği her şeyi yapabilir. Ne kadar başarılı olur onu bilemem ama, bunu öğrenmek için de önce yapmak gerekir. 

Son olarak yeni çıkan kitabınız hakkında konuşmak istiyorum. (‘Tuhaf  Duygular Tuhaf Diyaloglar’ Doğan Kitap tarafından Nisan 2021’de yayımlandı) Kitaptaki aforizmalarınıza, kısa diyaloglardan oluşan metinlerinize bakınca  fotoğraflarında puslu havaları, tekinsizliği tercih eden Ebru Ceylan’ın yerine mizahı seven, gülümseten bir Ebru Ceylan görüyorum. Bu kitapta biraz da renkli, çok yönlü kişiliğiniz ön planda. Hayatı alaya alan biri misinizdir?

Hayatı alaya almam. Aksine büyük bir ciddiyetle yaşarım. Ama yaşamın trajik duygusunu derinden hisseden insanların mizaha daha yakın olduklarını düşünürüm hep. Belki benimki de böyle bir şeydir. Mizahı severim. Komediyle, trajedi arasındaki çizgi, çok ince bir çizgidir ayrıca.   12/05/2021

 

 

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

11

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

3 + 6 =

1 Yorum

  • Kış Uykusu ve Ahlat Ağacı filmlerini severek izlemiştim. Senaristini yakından tanımak beni çok mutlu etti. Umarım daha bir çok filmini izleyebilirim.