Bu yazıda çok özel bir konuğumuz var. Müzik dünyasında kendine özgü tarzı ve etkileyici yorumuyla dikkat çeken Nevavent, yepyeni teklisi “Dokun Bana” ile dinleyicilerinin karşısında.
Hem bu şarkının yaratım sürecini hem de müzikal yolculuğunu konuşmak üzere kendisiyle keyifli bir sohbete hazırız. Hoş geldin Levent. Nasılsın?
İyiyim, teşekkürler. Karnavalesk’e konuk olmak benim için de mutluluk verici.
Müzikle ilgilenmeye nasıl başladın? Kendini ifade etme biçimi olarak müziği tercih etmende neler etkili oldu?
Hikâye biraz uzun… Ortaokuldan bu yana sürekli olarak hayalim müzisyen olmaktı. Sanırım biz çocukluğunu özgürce yaşayan son nesil olduk. Dolayısıyla bazı şeylerle tanışmamız da oldukça doğal oldu. Kendimi bulmamı sağlayan müziği bana ilk defa mahallemizde yaşayan Fatoş ablamız vermişti. Doksanlı yıllardan bahsediyorum. Bursa’da heavy metal müziğin altın döneminin yaşandığı zamanlardan. Fatoş abla hep siyah giyinir, öyle gezerdi. Bir gün bana “Gel Levent sana bir tane kaset vereceğim dinle,” dedi. O gün ondan iki tane kaset aldım. Biri Iron Maiden – Futureal diğeri Sepultura – Roots albümü. Bu kasetleri dinlemek için ufak bir kasetçalarım vardı. Heyecanla koşup dedemin evine gittim ve Sepultura’yı kasetçalara taktım. Müzik çalmaya başladığında evdeki herkes şok olmuştu. Bende müziğe karşı bir uyanış ilk defa o gün başladı. Gitara ilk dokunuşum ise kadim dostum Uğur (Okuş) sayesinde oldu. Sık sık onların evine giderdim, birlikte “Alex Kidd” isimli (eskiler belki bilir) bir bilgisayar oyununu oynardık. Uğur’un baba yadigârı Egmond marka Stratocaster bir elektrikli gitarı vardı. İlk çaldığım gitar o oldu. Şimdi araya mesafeler girmiş olsa bile Uğur ile dostluğum hâlâ devam eder.
O yıllarda heavy metal müzik dinleyenler kendi alt kültürlerini yarattı. Saçı, giyimi ve görünüşü ile diğer insanlardan kolayca ayrılabiliyorlardı. Ama toplum buna pek hazır değildi sanki.
Evet, Doksanlı yıllardan bahsediyoruz. Metal müzik dinleyenlerin sokakta dövüldüğü zamanlar. Ben de bundan nasibimi aldım. Burnum kırıldı, ama saçımı kesmeyi bir kere bile düşünmedim. 27 cm Mohawk saçımla heykel arkasında (Bursa) dolaşıyordum. Küçük bir topluluktuk. Fakat çok içten arkadaşlıklar edindik. O dönemden kalan dostluklar gerçekten çok güzel ve hâlâ bir araya geldiğimizde hep aynı enerjimiz var.
Bursa’da hatırı sayılır bir dinleyici kitlesi oluşmuştu. Hard Rock, Metal müzik dinleyebileceğin belli başlı mekânlar vardı. Argus, Resimli Bar, Çaçaron, Zeppelin Kafe benim hatırladıklarım. 19 Mayıs’ta yerli metal grupları Kültür Park’ta konser verirdi mesela.
Evet, Timsahne konserleri vardı bir de. Antisilence, Radical Noise, Suspect, Rashit, Objektif, Kara Kedi gibi grupları ilk defa canlı dinlemiştik. Antisilence, Kukla ile birlikte sahnedeyken, “Kesme sesini” çalmaya başlayınca, ortalık birden savaş alanına dönmüştü. İlk defa Pogo yaptığım konserdi. Çok güzel zamanlardı onlar gelmez geriye.
Şarkılarının genel temasını nasıl tanımlarsın?
Şarkıların genel teması aslında geriye dönüp de hiç bir zaman düzeltemeyeceğimiz acılarımızın ufak ufak gün yüzüne çıkması, özlemlerimiz, hayal kırıklıklarımız, yalnızlıklar ve bunlarla barışma şeklimize dair konular içeriyor. Şarkılarda her ne kadar elektronik alt yapılar olsa da tarafsız bir gözle kendi şarkılarımı dinlediğimde tamamen yalnızlık temasını görüyorum. Zaten 21. yüzyıl insanının en büyük sorunu da bu değil mi? Kalabalıklar içindeki yalnızlık. İlk parçam “Dokun Bana” her ne kadar cinsellik çağrıştıran bir şarkı olsa da ben onu oldukça duygusal bir ruh hali ile yazmıştım. Şimdi düşünüyorum da müzik; benim için kendini ifade etme biçiminden ziyade kendi içimdeki hayal kırıklıklarının bardaktan taşan kısmı belki de.
Şarkı sözlerini yazarken nelerden ilham aldın? Müzikal kimliğini besleyen kaynaklar neler oldu?
Şundan ilham aldım desem yalan olur ama sevdiğim sanatçılardan ilk aklıma gelenler Morrissey, Gary Jules, Yann Tiersen, Raye, The Weeknd. Yaptığım müziğin tarzıyla pek alakası olmasa da bu sanatçıların müziğini içten buluyorum. Lise yıllarında blues dinlemeyi severdim. Albert King, Muddy Waters, BB King, John Lee Hooker. Az kalsın unutuyordum, Yavuz Çetin, Kerim Çaplı (Blue Blues Band) var bir de. Edebiyat da müzikal kimliğimi oldukça besledi. Oruç Arıoba, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Can Yücel. Onları okurken aileden anneden babadan her şeyden uzaklaşıp ruhumu sadece gitara ve dizelere verdiğimi hissediyorum.
Senin bir sokak müzisyenliği geçmişin de var, ondan bahsetmek ister misin?
Tabii ki. Askerden geldikten sonra aileme yük olmamak için İstanbul’da ve Bursa’da belirli bir dönem sokak müzisyenliği yaptım. O dönem de çok güzel insanlarla çalıştım. Düşünsenize İstiklal Caddesinde önümüzü kapatacak kadar bir çatı altı bulduğumuzda müziğimizi çalıyorduk. Bardaktan boşanırcasına yağmur altındayken “güzel bir gün” yazıyorduk biz kartonlara. Yoldan geçen bazı insanlar bize dilenci gözüyle bakmış olsalar da benim için o dönem çok önemliydi, gerçekten çok kıymetli insanlarla tanıştım.
Şarkıların yaratım sürecinde seni şaşırtan ya da dönüştüren bir an yaşadın mı?
Bu noktada kesinlikle bir kişiden özellikle bahsetmek istiyorum. Kadir Suzgun. Bu adam gerçekten kendi halinde olan ve benim gözümde modern zaman dervişlerinden bir tanesidir. Muhabbeti deniz deryadır. Her defasında keyifle oturup saatlerce beraber müzik yapabileceğin bir insandır. Şarkılarımın mix ve mastering kısmı ile sağ olsun o ilgileniyor. Olmayan zamanında beni desteklemeye çalışıyor. Bir gün elimde bir beste ile kapısını çaldım. “Böyle bir şey var ne yapabiliriz? Dostum bunu böyle değil de gel bu şekilde yapalım,” dedi ve benim elektronik müziğe yönelmeme vesile oldu. Şimdi artık kayıtlarımı taslak olarak evde alıyorum, sonrası Kadir’in sihirli kulaklarına ve ellerine kalıyor. Müziğimin bu yöne evrilmesindeki baş aktör desem sanırım haksızlık etmemiş olurum.
Bugüne kadar yaptığın şarkılar arasında seni en çok zorlayan ya da duygusal olarak etkileyen parça hangisi oldu?
Lisede Eskiz isimli bir grubumuz vardı. Kenan, Ufuk ve ben. Üçümüz Kenan’ın evinin altında küçük bir stüdyo kurmuştuk. Duvarlarına sevdiğimiz grupların posterlerini asmıştık. Kenan, Teoman aşığı oldu her zaman. Hep birlikte “Hala Bedenimde” isimli şarkıyı yaptık. Yıllar sonra da ben bu şarkıyı Levent Kahraman ismi ile yayınladım. Bu şarkıyı dinledikçe o güzel günleri hatırlıyor ve o arkadaşlıkları özlüyorum.
Yeni yayınladığın şarkılarda önceki işlerinden farklı olarak müzikal anlamda neler denedin? Dinleyicilerinle hangi duyguları paylaşmak istedin?
Ben hep kendime ve sevdiklerime çalıp söyledim. Şunu denedim desem samimi olmayacak. Şarkılarımı yazmamdaki yegâne amaç tamamen bu şarkılardaki derinliği anlayabilecek zihinlere ulaşmak. Dinleyiciyi düşünerek müzik yapmaya kalksam sanki şarkı kendi çizgisinden çıkacakmış gibi hissediyorum. Yaptığım müziği bir kategoriye sokmaya kalksak nereye koyacağımı inan ben de bilmiyorum. Fakat ne olursa olsun içten ve samimi bir müzik yaptığımı düşünüyorum. Bir gün bu müzik kendi dinleyici kitlesini oluşturursa eminim hepsi benim gibi düşünecektir.
Gelecek planların neler? Yeni iş birlikleri, klipler ya da projeler, sırada neler var?
Gelecekteki planım kendime sadece müzikle ilgilenebileceğim bir zaman yaratabilmek. İstediğim müziği istediğim şekilde yapabilmek ve bu müziğin kendi ufak bir dinleyici kitlesini oluşturması. Yapımı tamamlanan ancak henüz yayınlamadığım altı şarkı var, bunlara video klip çekmeyi düşünüyorum.
Şarkılarını henüz dinlememiş olanlar için tek bir cümleyle ne söylersin?
Şunu söyleyebilirim, sevdiğiniz birine sarılın ve ışıkları kapatın. Sarılın ve ona defalarca onu sevdiğinizi söyleyin. Belki bir daha bunun için şansınız olmayabilir. Arkada benim şarkım çalıyorsa bir de bu benim için yeter.