Kültür

Mersin Dalları

İlk yazmayı planladığım Karnavalesk kültür yazısı mersin dallarıyla Sardinya adasına uzanacaktı. O sıralarda olgunlaşmış meyvelerini topladığım mersin dalları şimdi tomurcuk kaplı. Mersin; sadece çalısında değil şiir dizesi, gazete haberi ve sosyal medya paylaşımı olarak da her yerde karşıma çıkmaya başlayınca yarım kalmış yazımı tamamlamaya karar verdim.

Mersine ilk geldiğim günlerde yöresel mutfağı araştırırken kendimi sanki bir adada yaşıyormuş gibi hissettim:  Otlar, keçi peyniri, keçi eti, yufka ekmek, deniz ürünleri, zeytin ve yağı, çok az da olsa şarap. Sardinya’da tatlıdan tuzluya her şeye katılan  “mirto” bana Mersin’i anımsatmıştı, pazardan aldığım murt ya da diğer adıyla mersin de Sardinya’yı. Benzerliğin temelinde göçer kültürü, Girit’ten ve Kıbrıs’tan aldığı göçlerin yanı sıra Mersin’den batıya doğru giderken geçtiğim yollara yayılmış antik kentlerdeki yaşam olduğunu sonradan anlayacaktım.

Mersin çalısına İngilizce myrtle, Almanca Myrte, Estonyaca  mürt, İspanyolca mirto, Gallerde miortal, Rusça  myrt, Ermenice mrdeni ve bizde ise Farsçadan geçen murt ismi verilmiş. Bu sözcüklerin hepsinin kökeninde Latince “güzel koku, parfüm” anlamındaki myron, Antik yunandaki myrtos [μύρτος] veya  myrsine [μυρσίνη]sözcüklerinden türediği düşünülüyor. Malta’da kullanılan “Riħan” ise İspanyolca konuşulan yerlerdeki Arapça kökenli bir başka sözcükten kaynaklanıyor: Arrayán; Reyhan. Arapça koku anlamına gelen rih sözcüğünden türeyen isim Kuzey Afrika’da ve Akdeniz kıyılarındaki Arap halkları arasında riyhen hala  mersin için kullanılıyor.

Her daim yeşil, meyvesi ve güzel kokulu yaprakları çeşitli şekillerde kullanılan mersin çalısını gördüğünüz yerde antik kalıntı arayabilirsiniz. Yunanlılar fethettikleri bölgelere yerleşirken yeni yaşamlarının sonsuz olması için anavatanlarından getirdikleri mersin fidanlarını dikerlermiş. Mersin çalısı hem Yunan hem de Roma uygarlığında tanrılara (Yunan uygarlığındaki Dionysos ve Afrodit’in Roma uygarlığındaki karşılıkları Bacchus ve Venus için) ibadet sırasında tütsü ve adak olarak kullanılmış. Efsaneye göre denizin köpüğünden yeni doğan tanrıça bir mersin korusuna sığınmış. Romalılar ayrıca zafer kutlamalarında kullanılan çelenkler ve taçların yapımında da kullanmışlar.

Güzel kokulu bitkinin dalları Akdeniz’e kıyısı olan Arap ülkelerinde beşikten mezara kadar kullanılıyormuş.  Akdeniz bölgesindeki Arap kökenli alevi toplumlarında da benzer kullanımın yanı sıra mezarlara mersin çalısı dikilmesi geleneği hala sürdürülüyor.  Antimikrobik özelliğinden yararlanmak için mezarın içinde ve üstünde kullanıldığı düşünülen mersin çalısına ilişkin öykü şöyle: Habil’i öldüren Kabil; ne yapacağını bilemez durumdayken bir karganın kendi kardeşlerinden birini öldürüp toprağı eşerek gömdükten sonra bir mersin dalını da başucuna diktiğini görür. Kabil de bunu yansılar. Mersin çalısına Habbil-es (Hambeles, himbles) denilmesinin nedeni de budur.   Bir başka Arap efsanesine göre ise cennetten kovulan Adem önceki mutlu ve günahsız hayatının anısına yanında bir mersin dalı getirmiş. Mersin dalı Arap coğrafyasındaki tüm dini ritüellerde yerini almış.

Mersin meyvesi ve yapraklarından yapılan baharattan liköre kadar pek çok ürün ada halkı için önemli bir gelir kapısı oluşturmuş. Bizde neden ürüne dönüştürülmez diye düşündüm. Belleğimi biraz zorlayınca bir arkadaşımın Bozcaadada topladığı meyvelerden yaptığı  brandiyi tattığımı, Ispartada da meşhur fırın kebabının yanında servis edilen üzüm hoşafına mersin yaprakları konduğunu anımsadım.  Adana civarında da boğma rakı yapımında kullanılıyormuş. Halk arasında bazı sağlık problemlerinin tedavisi yanı sıra kumaş, saç boyama; gölgelik, tak yapımı; çevre süslemesi,  kesme çiçek düzenlenmesi gibi pek çok alanda kullanılıyormuş. İngiliz kraliyet gelinlerinin düğün buketlerinde sonsuz aşkın sembolü olarak yerini alan mersin dallarının kim bilir başka ne gibi kullanımı vardır.

 

.

Sardinya’ya giderken yanıma D. H. Lawrence’ın “Deniz ve Sardinya Adası” kitabını almıştım. 1921’de ABD New York’ta Thomas Seltzer tarafından Jan Juta’nın çizimleriyle yayınlanan kitabın bizdeki tanıtım yazısında “Lawrence’ın roman ve öykülerinden apayrı bir yerde duran ve gezi edebiyatının başyapıtlarından olan Deniz ve Sardinya Adası, bizleri bambaşka bir Lawrence’ı tanımaya çağırıyor. Büyük yazarın doğaya, denize, aşka ve yaşama dair düşüncelerinin en cesur ve yalın hali. Deniz ve Sardinya Adası bir anlamda çağdaş bir seyahatname. Bir okuma şöleni sizleri bekliyor, iyi yolculuklar,” yazıyordu. Gezi sırasında okuyarak Sardinya’yı onun rehberliğinde dolaşacaktım. Ne var ki  düşündüğüm anlamda bir seyahat kitabı değildi. Zaten rotamız da aynı değildi. Gezinin 100. Yılında Daniele Marzeddu’nun “Return to Sea and Sardinia” projesinin haberini almak içimi ferahlattı. Bir film ve fotoğraf projesinde Lawrence’ın adımları takip edilecekmiş.

D. H. Lawrence’ın Sicilya’dan Sardunya’nın iç kısmına yaptığı gezideki Nuoro ziyaretinin Grazia Deledda’ya bir tür saygı niteliğinde olduğunu iddia edenler  var. Grazia Maria Cosima Damiana Deledda (1871 – 1936) İtalya’da ilk, dünyada ikinci Nobel ödüllü kadın yazardır.  Ödül 1926 yılında “Derinlikle ve sempatiyle değindiği genel insani sorunları ve memleketindeki yaşamı tüm netliğiyle ele alan idealist yazıları” için verilmiş. Bilseydim Deniz ve Sardinya Adası’nı değil “Cosimo”yu alırdım yanıma. Şimdi yazarın Sardinya Efsaneleri kitabının kargodan gelmesini bekliyorum. Sardinya’ya ilişkin bilgiler için sizi  birazcık bekleteceğim. Hazırlanmakta olan şimdilik iki yazı daha var: Tanrının İplikleri ve Orgosolo

Rukiye Çetin

Okumak daha çok yer işgal etse de yaşamımda, yazmak her zaman ya kalemimin ucunda ya da aklımdaydı. Uzun süren bir eylemsizlik sonrası yazma uğraşına yeniden döndüm. Katıldığım yaratıcı yazarlık atölyesinde birlikte olduğumuz, hem çok şey öğrenip hem de çok eğlendiğimiz arkadaşlarımla bu karnavala ben de katıldım. Gezgin bir göçebe, acemi gurme, balkon bahçeci olarak , kentlerden, kırlardan topladığım dağarcığımdaki sesler, renkler, tatlar ve kokularla kalabalığa karışmaya çalışacağım.

11

YAZAR HAKKINDA

Rukiye Çetin

Okumak daha çok yer işgal etse de yaşamımda, yazmak her zaman ya kalemimin ucunda ya da aklımdaydı. Uzun süren bir eylemsizlik sonrası yazma uğraşına yeniden döndüm. Katıldığım yaratıcı yazarlık atölyesinde birlikte olduğumuz, hem çok şey öğrenip hem de çok eğlendiğimiz arkadaşlarımla bu karnavala ben de katıldım. Gezgin bir göçebe, acemi gurme, balkon bahçeci olarak , kentlerden, kırlardan topladığım dağarcığımdaki sesler, renkler, tatlar ve kokularla kalabalığa karışmaya çalışacağım.

Bir Yorum Yazın

+ 10 = 15