Edebiyat

KÖRLÜK

Kadife tüylerinin üzerinden geçen serin hava, günün yakıcı sıcağından sonra paha biçilmezdi. Süzülerek büyük meşe ağacının dalına kondu. Sessizliği dalın çıtırtısı bozdu. Başını sağa sola çevirerek tüm çevresini taradı. Avcıydı ama aynı zamanda avdı. Düşmansız yaşam yoktu doğada. Her daim dikkatli olmak zorundaydı. Sık tüylerinin ardına saklanan boynu ona biraz garip bir görüntü verse de görünmeyen bu organ onun en önemli özelliklerindendi.

Açtı, avlanmalıydı, yaşamalıydı. Tüm alıcılarını açmış avının ona gelmesini bekliyordu. Bu bekleyiş uzun sürmedi, topraktaki hareketlilik dikkatini çekti. Küçük bir av,10 -12 cm en fazla. Harekete geçmeye değer mi? Kaçırma ihtimali yüksek. Şartlar avdan yana; toprak zemin, yaşam alanı, her an çıktığı deliğe geri girebilir. Bekledi, bekledi, bekledi.

Av hareket etmedi ama o da yalnız olmadığının farkındaydı. Burnunu havaya dikmiş havayı kokluyordu. Daha fazla dayanamadı “Kim var orada?” diye sordu. Cevap yok. Kalbi gittikçe daha hızlı çarparken tekrarladı sorusunu “Kim var orada?”

Avcının cevabı kısa ve netti “Ben.”

Av yarısı zaten toprağın altında olan vücudunu biraz daha aşağıya çekti ve “Kimsin sen?” dedi.

  • Beni tanımıyor musun, dedi avcı bir kez daha çevresini taradıktan sonra.
  • Hayır.
  • Beni görmüyor musun?
  • Görmüyorum.
  • Şuan tam bana doğru bakıyorsun oysa. Ben senin burnunun kenarından çıkan bıyıklarını bile görebiliyorum.
  • Nasıl ha nasıl görünüyorum anlatsana bana, dedi av gövdesini biraz daha toprağın dışına çıkararak.
  • Sen kendini de mi tanımıyorsun?
  • Hissettiğim kadar tanıyorum. Ayaklarım ve kollarım var mesela. Tırnaklarım var kazmak için burnum var koklamak ve kulaklarım duymak için.
  • Gözlerin?
  • Gözlerim de var ama görmek için değil.
  • Göz görmeyecekse neden var, dedi avcı yüzünde abartılı duran gözlerini kırparken.
  • Var olmuş bir kere.
  • Varken nasıl görmezsin?
  • Üzerlerini kendi derimle örttüm.
  • Neden?
  • Lazım olmuyorlardı ki hiç toprağın içinde. Açık olanlarınkine toprak kaçıyor, hasta ve mutsuz oluyorlar.
  • Toprağın dışına çıksaydın sende.
  • Çıkamam. Ben toprağa aitim dışarda yaşayamam.
  • Hiç mi çıkmazsın, diye sordu avcı, şuan dışarda olduğunu kastederek.
  • Çok az.
  • Peki, o az zamanda da olsa değmez miydi dünyayı görmeye, toprağın altında çektiğin çile.
  • Hiç görmedim ki, bilmiyorum dünyayı. Değer mi, değmez mi söyleyemem.
  • Hep mi kapalıydı yani gözlerin?
  • Doğduğumda kapalıydı, anne ve babam gibi. Çok ta eski değil aslında atalarımız görürmüş az da olsa çevrelerini.
  • Peki, nasıl biliyor musun hiç toprağın üzeri.
  • Atalarımız nesilden nesile anlatırlar bize bildiklerini.
  • Dinlemek görmeye benzer mi?
  • Benzemez mi?
  • Bir gün gördüğün daha önce gördüğüne bile benzemez. Her an açık olmalı gözler, görmeli, incelemeli, öğrenmeli.
  • Sen çok mu şey gördün?
  • Gördüm ve görmeye devam ediyorum.
  • Anlatsana bana gördüklerini.
  • Mesela neyi?
  • Tam şuan ne görüyorsun?
  • Ay var gökyüzünde, hem de tam on dördünde. Bir ağacın dalı geçmiş önüne, rüzgârda yaprakları kıpırdıyor. Milyonlarca yıldız karanlığın içinde göz kırpıyor.
  • Ay, yıldız, dal, yaprak. Nedir, ne işime yarar bu anlattıkların?
  • Görmeyenin işine yaramaz, gören de gözlerini alamaz, dedi avcı biraz ukalaca.
  • Başka, başka neler var anlatsana biraz daha. Ama ulaşabiliyor olayım anlattıklarına.
  • Taşlar var beyaz ve soğuk, üzerinde işaretler var siyah ve ince, dedi avcı gördüklerinden memnuniyetsiz bir şekilde gözlerini yeryüzünde dolaştırırken.
  • Bilirim taşı ben de. Serttir ve çokturlar. Yolumuza çıkarlar toprağın derinliklerinde.
  • Senin karşına çıkanlar ufalanmış olanlar. Yeryüzünde görmeyenin hatta birçok görenin bile anlayamayacağı büyüklükte taşlar var. Onları gerçekten görebilmek için çok yükseklerde uçabilmek gerekir.
  • Ne kadar büyük olabilirler ki, dedi av biraz alınmış bir şekilde.
  • Sen o taşın üstündeki toprakta yaşarsın, sanırsın ki evimdeyim, taşsız tasasız bir yerdeyim. Oysaki ömrünü içinde geçirdiğin toprak onu görebilenlerin gözünde, taşın üzerindeki küçük verimsiz bir otlak.
  • Toprak verimsiz de taş mı iyi, dedi av aşağılanmaktan sıkılmış, kendini savunmak zorunda hissederek.
  • İyi, kötü yok. Taş var, toprak var, gökyüzü, yıldızlar var.
  • Nasıl yok iyisi kötüsü? Yılanlar var toprağın içinde. Dolaşıyorlar her yerde, bizi yedikleri halde onlarda mı kötü değil?
  • Sen yemez misin hiçbir şey?
  • Yerim elbette ama sadece bitkilerin köklerini.
  • Bitkiler yaşamıyor mu sence?
  • Yaşıyorlar mı, diye sordu duyduğuna son derece şaşırmış bir şekilde av.
  • Yaşamıyor olsalar, sen köklerini yediğinde çürüyüp gitmezlerdi. Tabi ki de yaşıyorlar, dedi avcı bir canlının bu kadar cahil olmasına sinirlenerek.
  • İyi de aç duramam, yemezsem yaşayamam.
  • Yılan da duramaz.
  • Öyle de beni mi yemek zorunda?
  • Beni yiyemez, dedi avcı kendisinin de av olabildiğini karşısındaki cahil avdan saklayarak.
  • Neden?
  • Gözlerim var görürüm, kulaklarım var duyarım, kanatlarım var uçarım.
  • Ben de duyarım geldiğini.
  • Tanır mısın? Anlar mısın yılanın geldiğini?
  • Tanıyamam ama bana yaklaşan her ne ise kaçarım ondan.
  • Ya ses çıkarmazsa, duyamazsan sesini, dedi avcı sesini gittikçe alçaltarak, sen meşgulken başka bir şeyle, sessizce yaklaştıysa yanına, duruyorsa burnunun ucunda.
  • İmkânsız! Duyarım ben mutlaka, dedi av gururunun daha fazla kırılmasına izin vermemek için.
  • Görsen daha iyi değil mi?
  • Açmam gözlerimi. Toprak kaçar. Canım yanar.
  • Sen inanmıyorsan görmenin gücüne, benim gördüklerim yaramaz senin işine. Yalnızsın artık kaderinle, dedi avcı ve konduğu daldan sıçradı. Rüzgâr doldururken geniş kanatlarının altını, gözlerini her zamankinden daha iyi açtı.

Yılansa avıyla mezar taşlarının arasından kıvrılarak uzaklaştı.

Öznur Durgut Şevik

Bursa’da doğmuş, büyümüş, okumuş, sevmiş; sıkılınca Giresun ve İstanbul’da bir süre gezmiş, sonra dayanamayıp geri dönmüş, Maliye Bakanlığı'nın bir neferi. Anlatmayı çok seven, anlatacak kimse bulamayınca yazmayı seçen, aslında sayılara aşık, hikayesi yeryüzünde geçen ve nihai amacı bu geçişini dünyaya en az zararı vererek tamamlamak olan hayatın içinden bir kadın kahraman.

YAZAR HAKKINDA

Öznur Durgut Şevik

Bursa’da doğmuş, büyümüş, okumuş, sevmiş; sıkılınca Giresun ve İstanbul’da bir süre gezmiş, sonra dayanamayıp geri dönmüş, Maliye Bakanlığı'nın bir neferi. Anlatmayı çok seven, anlatacak kimse bulamayınca yazmayı seçen, aslında sayılara aşık, hikayesi yeryüzünde geçen ve nihai amacı bu geçişini dünyaya en az zararı vererek tamamlamak olan hayatın içinden bir kadın kahraman.

Bir Yorum Yazın

7 + 2 =

14 Yorum

  • “Avcıydı ama aynı zamanda avdı.” Çıkarılacak çok ders var, yine muhteşem bir kurgu.
    Tebrikler.

  • Hayatın acı gerçekleri malesef…
    Kimileri gözünün önündeki güzellikleri görmezken hayatları bir hiç uğruna biter gider kimileri ise tüm güzelliklere sahip olduğunu düşünür ama asıl güzelliklerden bihaberdirler.

    • Görmek, görebilmek çok önemli. Yorumun için teşekkür ederim. Sizlerin görüşü bizim için çok değerli.

  • Bir çok yoruma açık bir öykü, dili de çok şiirsel, çok başarılı, tebrikler Öznur, devamını bekliyoruz

    • Çok teşekkür ederim arkadaşım. Şiirsel dil benim bir parçam oldu artık bırakamıyorum. Simgesel anlatımsa çok sevdiğim bir tarz beğenmene çok sevindim.

  • Yazılarının atmosferini çok seviyorum. Dinle Ey Taze tanıdıklığında, düşündüren ve heyecan veren bir kalemin var. Teşekkürler 🙂

    • Güzel yorumun için teşekkür ederim. Birlikte yazıyor olmak çok keyifli ve motive edici. İyi ki varsınız.