“Eğer bir gün evlenmek istersen aşık olduğun kişiyle evlenme,” dedi bana. Uzun bir sessizlik oldu. Rüzgârın uğultusu kulaklarımızda patlıyordu. Başımı öne eğip saçlarımı tepeden tutturdum. Sigaralarımız biz daha bir kaç nefes alamadan kendilerini hızla yedi. Birer tane daha yaktık.
“Bu yüzden mi kaçıyorsun?” Sigarası dudağının ucunda kaşlarını kaldırıp yüzüme baktı. Tedirgin mi? Alaycı mı? Bir kolumu balkon demirinden aşağı sarkıttım. Üç sıra halinde duran saksıların içindeki adını bilmediğim çiçekler bakımsızlıktan çoktan ölmüştü. Sigaramı saksının içine bastım. İzmaritle toprağı eşeleyince saksının dibinden benimkilerin yanında onun da izmaritleri çıktı. İçimden kahkahalarla gülmek geldi. Kendimi tuttum.
“Eğer bir gün evlenirsem seninle evlenirim. Olmaz mı?” Uzun bir sessizlik daha. Kulağıma karşı balkondaki rüzgâr çanının sesi geldi. Gözüm gayri ihtiyari o pencereye kaydı. Bir karaltı pencerede… Hızla geri çekilen bir suret… Sanki izmaritlerini saksıya gömüp de yakalanan oymuş gibi kaçan bir suret… Doğrulup Doğu’nun bacakları arasına girdim. Sırtımı solmuş yeşil brandalı demire yasladım.
“Benimle evlenmez misin?”
“Tuhaf bir evlenme teklifi,” dedi. Uzanıp sakallarına dokundum. Kahkahamı gözlerinin içine doğru bıraksam, biraz ışıldasa bu karanlık.
Her cumartesi Doğu’ya gelirim. Hiç dışarı çıkmayız. Müzik, duman ve terden oluşmuş bir güruhun içinde anlamsızca salınıp sabahın olmasını beklemek bize göre değil. Bu daracık balkonda öylece otururuz. Doğu susar. Ben sessizliği bozmasını beklerim. Kendimi onun suskunluğuyla ehlileştiriyorum.
Her cumartesi yemeyeceğini bildiğim meyvelerle evine gelirim. Meyveler benim mevsimlerle, mevsimler de geçip giden zamanla bağlantıda kalmamı sağlar. Ben onun tablolarıyla bir ayva zamanı tanıştım. Diğerlerinin arasında onun tablosunu görür görmez dişlerim gıcırdamış, ağzım kamaşmıştı. Her sergisine gittim. Çalışmalarını takip ettim. Hep ellerini aradım tablolarında, parmaklarının izinin tuvallerinde saklı olduğunu sezmiştim. Çileklerin yeni yeni kızardığı günlerden birinde o elleri tuttum. Merhabalaştık. Ekşimsi, pütürlü bir tokalaşmaydı; ama büyülü bir kokusu vardı. Sonra cumartesiler başladı.
Akşamüstü saatlerinde gelirim Doğu’ya. Sabaha kadar otururuz. Haftanın yükünü sohbet eder, konuşuruz. Müzik dinleriz. Film izleriz. Bir dergi alır gelir, ortadan açar okuruz. Bazen şiir gecesi yaparız. Bazen rakı, bazen şarap… Her zaman meze… O içer, ben yerim. Sabaha karşı resim yapmaya başlar. O benim ayaklarımı resmederken ben onun ellerini izlerim. Dediğine göre boyalara değmeden istediği renk tonunu tutturamazmış. Küçük parmağıyla bir miktar krom yeşili alır ve mutlaka oksit sarı. En sevdiği renk tonlarını bu ikisiyle yakalar. Evinin her yeri küflenmiş gibi görünen ayak resimleriyle dolu.
Kahkahamı tuttum. Gözleri yine ışıltısız. Bir tek oksit sarı mı renk veriyor kalbine? Sakalını kaşıdı, “Haydi içeri girelim,” dedi, “istediğin filmi buldum.”
*
Her cumartesi gelir, akşamüzerine doğru. Gece boyu pek çok kez balkona çıkarlar. Demirlere yaslanıp göğe bakmayı sever kadın. Saksılarla oynar. Çiçekler hep ölü. Ne zaman bir kaç menekşe ya da onun gibi bir çiçekle gelip onları o saksılara ekecek merak ederim. Kadınlar böyledir bilirsiniz. Nerede yolunda gitmeyen bir şey görürlerse, onu düzeltmek için ellerinden geleni yaparlar. En azından benim tanıdıklarım böyleydi. Benim için ellerinden geleni yaptılar. Ne yazık ki bende iş yoktu. Bu kadınınsa sanırım umurunda değil. Kimsenin arkasını toplayacak birine benzemiyor. Birilerinin benim dağınıklığıma da katlanmasını çok isterdim.
Bugün hava oldukça rüzgârlıydı. Ağır aksak ilerleyen bir sohbetin içindelerdi sanırım. Adamın üzerindeki mavi tişört komik, sağ omzundan sol beline inen kırmızı bir kuşak taşıyordu sanki. Kadının saçları görüşünü engelliyor olmalıydı ki saçlarını önüne alıp bağladı. Ben olsam tam o anda ensesinden öperdim. Ama adam sigarasını küllüğe basmak için öne doğru eğilirken kaçamak bir bakışla yetinmiş gibiydi. Kadın biraz dalgın mı? Başını hafifçe eğip bir şey dedi adama. Ne söyledi? Apartmanlar dudak okuyacağım ya da gözlerindeki ifadeyi göreceğim kadar yakın değil birbirine. Ancak kadının hafifçe havayı kokladığını ve sonra direkt olarak pencereye, bana baktığını gördüm. İstemsizce geri çekildim, arkamdaki sehpa devrildi. Böyle durumlarda devrilecek bir sehpa her zaman olur. Kedi gürültüden irkilmiş olacak ki gelip ayaklarıma dolandı. “Hişt hişt, sakin ol,” dedim. Kediye mi kendime mi? Beni görse ne olur? Belki de ben bütün gün puro içen 2. kattaki yaşlı adama bakıyorum. Ya da apartman boşluğuna çöp atan bornozlu kadını suçüstü yakalamak için fırsat kolluyorum her cumartesi. Nefesimi bir an için tutup tekrar yaklaştım pencereye. Sırtı bana dönüktü şimdi. Omzuna attığı hırkayı tutup eğildi. Ben olsam, bana öyle yakınlaşmışken derin derin koklardım havayı. İçeri geçtiler sonra. Sevişmişler midir? Belki bir film açmışlardır. Yan yana uzanırken adamın eli kadının ensesinde gezinmiştir. Film yarım kalmıştır. Sonra balkona çıkarlar ve sigara içerken filmin sonunu tahmin etmeye çalışırlar. Yan yana otururken birbirlerine dokunduklarını hiç görmemiştim aslında. Neler konuşuyorlardır acaba? Kadın sık sık demirlere yaslanır. Ufacık balkonda ayağa kalkar. Pencereden kendine bakıp saçlarını düzeltir. Bazen abartılı el hareketleriyle konuşur. Sesini hafifçe duyduğum kahkahalar atar. Bazen. Adam çoğu zaman hareketsiz. Gözleriyle iletişim kuranlardandır belki de. Bazen gökyüzünü gösterir kadın. Yıldızlardan mı konuşuyorlardır? Ben olsam yıldızlardan konuşurdum. Uzaklardaki gezegenlerden ve evrenin bilinmezliklerinden…
İçeri geçmişlerdi. Gidip yatmak istiyordum. Ama biliyordum ki yatsam bile gözümün önünde onun demirlere yaslanmış sigara içen hayali olacaktı. Hem ya haftaya gelemezse? Her cumartesi gibi gün doğana, o kahvaltısını yapıp şu marketin önünden minibüse binene kadar uyuyamayacağımı biliyordum.
*
Onunla tanıştığımız gün bana “Benim ayaklarım bu tablolardakilerden daha güzel,” demişti. Ayaklarına baktım. Gri çorapları bileklerine yığılmıştı.
“Öyleyse bir göreyim,” deyiverdim. Kadınlarla böyle konuşmaya alışık değilimdir. Hatta hiç kimseyle konuşmaya alışık değilim. Dudaklarını büzüp kafasını iki yana salladı.
“Herkesin içinde mi?” Gayri ihtiyari gülmüştüm. Kendi saflığıma mı, onun pervasızlığına mı emin değilim. Elini uzattı, tokalaştık. Gözlerim bütün gün kaçamak bakışlarla onu izlemişti. Günün sonunda kulağıma eğilip “Ee, yarın kaçta geleyim,” diye sordu.
Aysu o gün evime can eriklerle geldi. Sonra iri iri kirazlarla. Bir keresinde koskocaman bir karpuz taşımıştı. Şeftali, kayısı, dut… Son haftalarda çeşit çeşit üzüm getirdi. Yediğime sevindi. Bugün ise bir kiloya yakın mürdüm eriğiyle geldi. “Kalırsa haftaya marmelat yaparım öyle yersin,” dedi.
Aysu meyve sever, meyvelerin doğanın saati olduğunu söyler. Hayat koşturmacasının içinde debelenirken yediği bir kayısının onu anda tuttuğundan bahsetmişti. Aysu değişik fikirlerle doludur. Evin içine tüm enerjisini yayar. Onun gülüşü, ayaklarını bacaklarının altına toplayarak oturuşu, eşyalara dokunuşu beni çarşambaya kadar idare ettirir. Perşembeleri onunla okuduğumuz alıntıları okurum, izlediğimiz filmlerin sevdiği yerlerini izlerim. Cuma günü ise huzursuzluklarla doludur. Onu düşünmeyi geceye ertelerim. Sabaha karşı ayaklarını hayal ederim.
Bugün ona çok saçma bir şey söyledim. Öylece bir anda. Sustu. Rüzgar saçlarını dağıtıyordu. Eğilip bağladı. Ensesindeki dövmenin anlamını yine soramadım. Pakette uzanırken “Bu yüzden mi kaçıyorsun,” dedi.
Kaçıyor muyum? Neyden? Ondan mı? Kadınlardan mı? İlişkilerden ya da genel olarak herkesten, her şeyden? Belki. Bunu mu soruyor? Böyle şeyleri hiç konuşmayız aslında. Neyi merak ediyor?
Kaçıyor muydum? Sustum. Saksıdaki toprağı karıştırmaya başladı. İzmaritlerini oraya gömdüğünden beri ben de bazen gömüyordum. Onları toplayıp küllüğe attı.
“Eğer bir gün evlenirsem seninle evlenirim.”
Dalga geçiyor benimle. Ama hayır. Gözlerindeki o meraklı bakışı biliyorum ben. Aysu beni şaşırtmayı sever. Belki şaşırdığım zaman silkinip de kendime gelebildiğimi keşfetmiştir. Benimse nasıl oluyor da benimle bu kadar iyi vakit geçirebildiği hakkında hiçbir fikrim yok. Gerçekten iyi vakit geçiriyor mudur? Yani, umarım. Bu evin içinde her gün olsa… Fazla gelir belki de. Belki de özlemeyi, hayal etmeyi ve arzulamayı unuturum sonra. Hayır. İyi bir tavsiye bu. Aşık olduğun kişiyle evlenme. Evlenme. Aşık olmadığı bir kişiyle evlenirse cumartesileri gelmeye devam eder mi?
“Benimle evlenmez misin?”
Uzanıp yüzüme dokunması hoşuma gitti. Sanırım yine belli edemedim. Böyle anlarda yüzüne bakmak çok zor. Zaten genel olarak insanların yüzüne bakmak zor benim için. O anın gerginliğinden uzaklaşmak için şöyle bir çevreye bakındım. Oradaydı yine. 3.kattaki adam. Bizi izlediğini fark edeli çok olmamıştı. Önceleri rastlantı sandık. Bizim gibi balkonda oturan bir adam. Sonraları balkonda görünmez oldu. Ancak her cumartesi mütemadiyen penceredeydi. Filmlerdeki gibi annesiyle mi yaşıyordu? Belki de sadece balkonda ve pencere önünde var olan değişik türde bir varlıktı. 3. kattaki adam bizi izliyordu, biz de onun hakkında konuşup gülüyorduk bazen. Ama biliyordum cumartesilerin gelmesini benden daha büyük bir arzuyla bekliyordu.
“Haydi,” dedim, “içeri girelim, çok rüzgar var.”
Aysu beni içeri soktuktan sonra “Küllüğü de boşaltayım,” deyip tekrar balkona çıktı. Belki göz kırpmıştır 3. kattaki adama. Küllüğü alıp balkon kapısını kapattı. Frenlerimi kapatıp kendimi yatağa çektim. Mutfaktan sesler… Bir şeyler hazırlayıp geldi, ben pek yemedim yine, o hızla atıştırdıktan sonra başını göğsüme koydu. Film yarım kaldı. Ben onu izledim, uyumadım. 3. kattaki adam da uyumadı.
“Kendimi onun suskunluğuyla ehlileştiriyorum.” Kalemin daim olsun..
Teşekkür ederim Ferdağ öğretmenim.
üç ayrı kişinin bakış açısından anlatmayı denemişsin, farklı bir öykü olmuş, tebrikler…
Teşekkürler Irmak… Bir balkon, üç farklı insan. : )
Yüzümde buruk bir gülümsemeyle yeniden hatırladığım bir öykü, kalemine sağlık.
Teşekkür ederim şekerliğim.
“Aşık olduğun kişiyle evlenme. Evlenme. Aşık olmadığı bir kişiyle evlenirse cumartesileri gelmeye devam eder mi?” umutla umutsuzluğun bir arada olduğu, içimi en çok acıtan cümlelerden. Kalemine sağlık kuzum.
Aşk işte… Bıçak sırtı 😀 Teşekkürler Sevcan’cım.
Kıskandım. Muhteşem bir anlatım. Muhteşem bir gözlem. Eline sağlık. Sen hep yazmalısın.
Teşekkürler Öznur’cum içten yorumun için.