Edebiyat İncelemeler

Beyza’nın Dördüncü Mektubu (The Substance Film İncelemesi)

Canımın içi, görmeyeli nasılsın? Ben çok iyiyim. Dün akşam tuhaf bir film izledim hayatım. Türkçeye “Cevher” diye çevrilmiş. Bu film bende pek çok şey çağrıştırdı. Hepsini özetle sıralamaya çalışacağım.

Elizabeth karakterinin film boyunca kullandığı serumları pekala günümüzde çok moda olan gençleşmek için yapılan şu azot kürleri, vitamin enjeksiyonları ile ilişkilendirebiliriz. Menajerin bir erkek olarak kendi yaşlılığından ve diş temizliğinden görüldüğü üzere, öz bakım yönünden pek eksik olmasına rağmen iş dünyasında aktif rol oynuyor olması da vurgulanıyor. Yine filmin başlangıcındaki yemek sahnesi iştaha odaklanıyor. Daha lezzetli, pahalı, taze olana karşı açgözlülüğü insanoğlunun. Yönetmen bu sahnelerde eleştiri oklarını asıl siz erkeklere doğrultuyor bir tanem. Zira bu yaşlı adam eline alıp şu jumbo karidesi iki yana sallaması bana başka şeyler çağrıştırdı. Bu film erkekleri topa tutuyor diye düşünüyordum ama final sahnesinde Sue’ya saldıran seyircileri ve onların kana bulandıklarını görünce hepimizi suçladığını gördüm. (Sahi sen hiç Dostoyevski okumuş muydun? “Hepimiz herkes için ve her şey için suçluyuz.”)

Fakat filmin merkezindeki mesele daha evrensel. Kadının şu kopyalama kiti kullanma talimatlarında hep okuduğu mesaj, “sen ve o birsiniz” şeklinde. Yaşlı, genç, olgun, deneyimli, acemi, ihtiraslı, sabırsız olan aslında hep biziz. Filmin finalinde gözümüze gözümüze sokulan şu cerrahların pek “doğal” buldukları kanlı yılankavi bağırsaklar, o leş görüntü bizim özümüz. Hatırlatmak isterim ki doğada “estetik”ten bahsedilemez. Tıpkı adaletten, eşitlikten, ahlaktan da bahsedilemeyeceği gibi. Bunlar bizim toplumsal ihtiyaçlarımıza yanıt vermesi için kurguladığımız kavramlar.

Tam da bu sebeple, bu filmin de içinde yaşadığımız yüzyılın toplumsal/politik ihtiyaçlarına cevap aradığını düşünüyorum. Neden mi? Post modernizm, küreselleşme, yeni liberalizm, eşcinsellik, azınlık hakları derken çok farklı kültürlerin de seslerini duyurdukları dijital bir çağa varmış bulunmaktayız. Neden cinsel eşitlikten de bahsetmeyelim?

Siz erkekler biz kadınların dikkat çekmek adına maniküre, pediküre, kuaföre bayıla bayıla gittiğimizi sanıyorsunuz, öyle değil mi? Biz de biliriz bağdaş kurup kahve köşesine tünemeyi ama ne yazık ki bu işler öyle yürümüyor. Siz nasıl para kazanarak kendinizi var ediyorsanız, biz de fiziğimizle kendimizi var ediyoruz. En azından şimdiye kadar böyleydi. Belki bu filmden sonra yarın farklı bir dünyaya uyanırız kim bilir?

Söylediklerim şaka gibi gelecek kulağına, biliyorum. Geçen bir belgesel izlerken aklıma neler geldi. Erkek aslanların yeleleri, horozların tavuklardan farklı olarak eyer tüyleri vardır. Siz erkeklerin de biz kadınlardan farklı olarak sakallarınız, bıyıklarınız, göğsünüzde de bol miktarda tüyleriniz var. Sakın Tanrı siz erkekleri süslenip püslenip bizim karşımıza çıkmanız için yaratmış olmasın? Belki de doğrusu sizin sakallarınızı rengarenk boyamanız, kuaförde onlara farklı şekiller vermeniz, belki de üzerlerine boncuk falan da takmanızdır? Belki bu yaşadığımız hayat doğaya tamamen terstir ve yanlıştır, kim bilir?

Filmi izledikten sonra üşenmedim, bu türe, “body horror” dedikleri türe ait en eski sinema filmi örneklerini inceledim. Bir Avrupa filmine rastladım: Les Yeux Sans Visage (Çehresiz Gözler). 1960 yapımı bir Fransız filmi. Yönetmeni Georges Franju.  Beni bilirsin, çoğu kimsenin bilmediği şeyleri keşfetmeyi severim. Bu film ile karşılaşınca anneannemin sandığından dantelli masa örtüsü bulmuş gibi sevindim. Bir dahaki mektubumda sana mutlaka bu film hakkında notlarımı da yazacağım.

Les Yeux Sans Visage (Çehresiz Gözler)

Önemli Not: Sevgilim, sana bir sürprizim var. Buraya ne olduğunu yazmıyorum. Buluştuğumuzda görürsün. Senden tahmin etmeni bekliyorum. İşini kolaylaştırmak için birkaç ipucu veriyorum: Pulları var, balık değil. Kıpkırmızıdır, iştahını açar, biber değil. Göklere yükselecek, uçurtma değil. Giyilir ama elbise değil 😉

İlginizi çekebilir:

Beyza’nın Mektubu

BEYZA’NIN İKİNCİ MEKTUBU

Beyza’nın Üçüncü Mektubu

Diğer edebi yazılar için tıklayabilirsiniz. 

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

+ 85 = 94