Edebiyat

Beyza’nın Üçüncü Mektubu

Çiçekler Hakkında Küçük Bir Kılavuz

Canım Sevgilim,

Beni hep böyle şaşırt e mi? Tam yaşama sevincimi kaybettiğim anlarda böyle kapımı çal ve karşıma bir buket çiçek ile çık. Biliyor musun, inanılmaz mutlu oldum. Hiç beklemiyordum. Bana kendimi değerli hissettirdin. Teşekkür ederim.

Ancak nottaki ufak bir detaya doğrusu biraz takıldım. Bana çiçekçi ile çiçekler hakkında konuştuğunuzu yazmışsın. “Gülün yeri ayrıdır; ancak diğer çiçekler fark etmez hepsi birbirinin yerine geçer,” gibi bir ifade kullanmış çiçekçi. Sen de onaylamışsın. Bana sorarsan her çiçeğin yeri farklıdır. Hiçbiri birbirinin yerini tutmaz. Aşağıda hangi çiçeğin benim için ne ifade ettiğini açıklamaya çalıştım. Dilersen bunu bir kılavuz kabul et… Sana emrivaki iş yaptırmak, kendime hediye ısmarlatmak gibi bir niyetim elbette olamaz. Tek dileğim ve beklentim ikimizin de aynı dili konuşması. Lütfen bu yazıyı çiçekçin ile de paylaş…

Sevgilerimle,

Beyza

Papatyalar çocukluğumun çiçeğidir. Burgaz’dan başlayıp Altıntaş’a kadar uzanan yamaca dizilirler. Feribot iskelesini, ağ atan kayıkçıları, palamutları kovalayan yunusları izlerler. Vakur ve huzurludurlar.  Onları hiçbir zaman kavurucu sıcaktan yakınırken göremezsin. Rüzgar dindiğinde papatyanın sesini duyabilirsin. Patika yolda yürümeye çağırır insanı. “Bu yolu bırakmayın, sonuna kadar takip edin,” der. Saka kuşlarının şakımasını duyuyor musunuz diye sorar, ya uzaklarda koşan çocukların seslerini? İşte bu yol sizin geleceğinizdir.

Bana gelincik uzattığında buruk bir coşku ile dolar içim. Ardından kara haber ile karşılaşmayı beklerim zira parmaklarım kan kırmızısına boyanır. Bana gelincik alırsan hemen ardından sıkı sıkı sarıl ki her daim yanımda olacağını, benimle acılara göğüs gereceğini bileyim.

Sümbüllere kaldırım kenarlarında rastlarım. Buruşuk, ak kağıtlara sarılmışlardır. Herkes alsın diye ucuz ucuz sattığını söyler eli nasırlı çiçekçi. On yılı birlikte devirmediğimiz sürece bana sümbül alma. Onlar aşkın, arzuların, heyecanın değil; yaşanmışlığın çiçeğidirler.

Gördüğüm tüm menekşeler minik saksılarda yetişiyordu. İki artı bir evlerin salonlarına yakışırlar. Menekşe eksikliği değil ama azlığı anlatır bana. Çalışma odamda yıllardır beslediğim turuncu balığı, sana bu satırları yazdığım dolmakalemimi, annemden yadigar broşu, tekini kaybettiğim gümüş küpemi… Menekşe değerlidir. İkimizin birbirine yeteceğini söyler.

Nergisin tarihçesine takılmayacağım. Neden bilmem bu çiçek aklıma güzü, sararmış çınar yapraklarını getirir; oysa sonbaharda nergisler çoktan kurumuştur. Seninle hiç Kültürpark’a gitmedik, bankta oturup gölde yüzen ördekleri izlemedik. Oysa parklar, soğukta sevgililerin birbirlerine sokuldukları, ürkek bakışlarını birbirleri üzerinde gezdirdikleri; halka açık olduğu kadar kuytu ve mahrem mekanlardır. Bu nedenle çiftlerin önlerinden geçen kimseler sanki yeni evlilerin odasını aralık tülün arasından izliyormuş gibi utanırlar,  adımlarını sıklaştırarak uzaklaşırlar. Hem kız hem de erkek birazdan sırnaşık tekirin ziyaretine uğrayacağının pekala farkındadır. Tatlı ses, ilgi, okşanmayı bekler misafir.

Şayet sen bana sevgini sunmak istiyorsan çiçekçinin salık verdiği gibi gül değil kasımpatı al. Vapur iskelesinde buluştuğumuzda, beni karşılarken elinde pembe, sarı ile turuncunun harmanlandığı bir demet olsun. Her bir çiçeği kokladığımda senin türlü hallerini, çocuksu bakışını, aniden başkalarına karşı patlayıveren öfkeni, bana güven veren sesini bulayım. Ne tuhaf, sen yanımdayken sadece bir insan, hatta pek sıradan bir insan görüyorum. Oysa senden ayrılınca başka bir şeye, ulaşılamaz, kavranamaz bir varlığa dönüşüyorsun. Sensizliğe iki gün dayanamıyorum. Oysa sen bir hafta konuşmasak farkına bile varmıyorsun. Görüyorum ki yokluğum seni üşütmüyor. Eskiden beni aramadığın geceler saatlerce ağlardım. Şimdi alıştım. Hem zaten benim sevdiğim de böyle olmalı. Karlı dağ yamaçlarında yetişen kasımpatıları andırmalı. Güçlü olmalı, kimseye ihtiyaç duymamalı… Ne acı ki, bana bile.

BEYZA’NIN MEKTUBU
BEYZA’NIN İKİNCİ MEKTUBU

 

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

+ 48 = 49