İncelemeler

SÜRGÜN (IZGNANIE) THE BANISHMENT FİLM ANALİZİ

FİLM ADI: SÜRGÜN (IZGNANIE) THE BANISHMENT

YAPIM YILI: 2007

YÖNETMEN: ANDREY ZVYAGINTSEV

Sürgün filminin özgün metni William Saroyan’ın The Laughing Matter adlı uzun öyküsüne ait.  Zvyagintsev ve senaryo ekibi öyküde var olan uzun, bol diyalogların neredeyse yüzde doksanını, karakterlerin de bazılarını atarak hikâyeyi daha rafine, sade bir hale getirmişler; deyim yerindeyse metnin ruhunu yakalamışlar.

Film boyunca ağırlıklı olarak erkek oyuncuları izlesek de Izganie sapına kadar feminist bir film! Yönetmen bu filmde de zor bir işe soyunuyor ve alıştığımız, çok yakından tanıdığımız bir evlilik ilişkisinden yola çıkarak erkeğin (ve toplumun) kadını sevgisizliğiyle, empati yoksunluğu, hoyratlığıyla nasıl ezip geçtiğini tokat gibi yüzümüze vuruyor. İzlediğimiz film sıradan, günlük hayatın trajedisi aslında. Filmin önemi de burada yatıyor.

Yönetmen bu filmde de izleyicisine küçük sürprizler yapıyor. Alexander karakterini abartısız, aşırıya kaçmadan o kadar gerçekçi çizmiş ki, ilk yarıda seyirci olarak neredeyse Alexander’ın yanını tutuyoruz; eşine attığı tokattan rahatsız olana kadar.

O yüzden ikinci yarıda Zvyagintsev, ‘gerçek’in sandığımız gibi olmadığını gösterdiğinde izleyici (hadi adını koyup erkek ve evli izleyici diyelim) Alexader’ın yaşadığı suçluluk duygusunu bizzat yaşayıp kendisi ile yüzleşiyor.

Yine Dönüş, Leviathan, Sevgisiz filmlerinde olduğu gibi bu filmde de yavaş kamera hareketleri, doğa görüntüleri, az diyaloglar kullanılıyor. Zvyagintsev  anahtar, tren, yapboz, kilise, şelale, kuyu, koyunlar, salyangoz, saklambaç oyunları gibi simgelerle bize söylenmeyeni, konuşulmayanı gösteriyor; izleyicisinden de filmden daha fazla keyif alması için azami çaba ve dikkat göstermesini istiyor.

Aşağıda filmin dikkat çekici sahnelerini incelemeye çalıştım:

Filmin açılışı uzun bir planla başlıyor. Çerçevenin önünde sürülmüş bir tarla, arkasında da tek bir ağaç görüyoruz. Sürülmüş toprak doğurganlığı yani kadını, arkasında meyve vermeyen ağaç ise erkeği temsil ediyor. (Abarttığımı düşünüyorsanız yazıyı sonuna kadar okuyun!)

İnişli çıkışlı asfalt yol izleyeceğimiz filmin inişli çıkışlı olacağı şeklinde mi yorumlanmalı? Eğer ağaçlar erkekleri temsil ediyorsa, erkeklerin egemen olduğu kadınların (çerçevenin sağında olduğu gibi ) sıkışık kaldığı bir senaryoya hazır olmalıyız.

Şehirde gri tonları hâkim; bizi sevimsiz binalar, sanayinin kirlettiği atıklar karşılıyor.

Kadrajı dolduran kapkara asfalt, karanlık binalar, siyah otomobil izleyiciyi tekinsiz, huzursuz bir atmosfere sokuyor.

Şehrin sokakları bomboş. Yönetmen bize şehir hayatında insanların gerçek anlamda birbirleri ile diyalog kurmadığı mesajını vermek istiyor.

Kahramanı durduran, yolunu kesen, izleyiciye de varlığı hatırlatılan tren.. Tren William Saroyan’ın öyküsünde de yer ediyordu. Tek yöne giden tren ölümü simgeliyor olabilir.

Otomobilin merdivenin altından geçmesi yaşanacak uğursuzlukların habercisi sayılmalı.

Bu planda izleyiciye dolaylı olarak iki adamın (kardeşin), ikisinin de parçalanmış bir hayatı olduğu söyleniyor. Mark’ın(sağda) başı görünmez iken Alex de (solda) neredeyse tamamen karanlıktadır.

Evli bir çift olmalarına rağmen, Alex ve eşi Vera’yı hiç sevgi ile birbirlerine bakarken görmeyiz.

Tren yolculuğunda Vera’nın eşi ile iletişim kurmak isteyen bakışları…

…Alex uyuduğu için karşılıksız kalacaktır.

Kırsaldaki eve geldiklerinde kız çocuğuna annesi tarafından hemen ev işleri yüklenir.

Çocukların ateşin önünde iki Romalı gibi dövüştüğü bölümden ne anlamamız gerek? Ateşin taş devri çağını, barbar yaşayışı çağrıştırdığını düşünürsek, yüzyıllardır medenileşemedik, hala çocuk, güdük kalmışız ve çatışmaya devam ediyoruz mesajı verilmek isteniyor olabilir.

Birlikte yenen akşam yemeğinde çocukların ailenin dışına itilmiş olduğu görünüyor. Pencere çerçevesinin Vera’yı tam boyun hizasından kestiğine dikkat edelim!

Alex, Vera’dan hamile olduğu, ancak çocuğun Alex’e ait olmadığı haberini aldığında tepeden aşağı koşarak iner. Çerçevenin yarısından fazlasını kaplayan karanlık görüntü kahramanın karamsar ruh halini yansıttığı gibi kahramanın koştuğu  yönde sağ aşağı eğimli kadraj çökmeye başlayan ailenin, yaşanacak felaketlerin de habercisi sayılmalı.

Vera, kocası ile konuşmaya çalıştığında ise ya onun tarafından susturulacak ya da şiddetine maruz kalacaktır.

Erkekler filmde içki içen, evin anahtarını taşımaktan aciz, çocuklarla ilgilenmeyip onları kendi hallerinde oynayamaya terk eden karakterler olarak çizilir.

Alex’in eline aldığı aile fotoğrafı kırıktır, aile dağılmıştır. Camın darbe aldığı nokta olayın sorumlusu olarak Mark’ı işaret etmektedir. Acaba Alex’de kardeşi Mark’ın dramını mı yaşayacaktır?

Film boyunca kilise ısrarla aşağıda konumlandırılmış. İnsan (filmimizde erkek karakterler) kendini yaşam boyunca üstün, hiç ölmeyecek bir varlık olarak görüyor; dinin temeli sevmek, incitmemek, affetmek, barışmak olan felsefesini görmezden geliyor, hatta küçümsüyor.

Vera, Alex telefon görüşmesi yapıp doktor çağırdıktan sonra ruhsal olarak son yolculuğuna hazırlanır; saçlarını çözer, aynaya bakıp kendisi ile yüzleşir.

Vera kocasını seven, acı çeken, eşi tarafından dinlenmeyen, anlaşılamayan bir annedir; kocasına göremediği gerçeği göstermek için, ölü gibi yaşamamak için kendini feda edecektir.

Kürtaj esnasında Leonarda da Vinci’nin ünlü ‘Duyuru’ (Annunciation) adlı tablosu ekrana gelir. Tablo Alex ve Vera’ nın evliliği gibi parçalanmıştır, Cebrail’in Meryem’e hamileliğini bildirdiği sahnede zambak Meryem’in bakireliğini (filmimizde de Vera’nın aslında iffetli oluşunu) simgeler. Dikkat edilirse Cebrail ile Meryem arasında parçalar tamamlanmamış, aralarında iletişim kurulamamıştır. Bu sahnede müzik olarak Bach’ın La Minör Magnifikat (Meryem’in Şarkısı) çalındığını da hatırlatalım.

Hemen devamında İncil’den okunan dizeler filmin anlatmaya çalıştıklarını özetler gibidir:

‘Sevgi sabırlı ve yumuşaktır. Sevgi kıskanmaz veya övünmez(…) Sevgi kolay kolay öfkelenmez, sevgi kötülüğün hesabını tutmaz…’

Filmin gücü, Alex karakterini abartmadan hepimizin rastladığı bir erkek olarak çizmiş olmasındadır biraz da. Alex, Vera’nın operasyonu esnasında endişelidir, karısına bir şey olursa suçluluk hissedeceği, hatta şimdiden kendini suçlamaya başladığı bellidir.

Kuşlar ve gökyüzü izleyiciye Vera’nın ruhunun gökyüzüne yükseldiğini sezdiriyor.

Ölüm, sonlu bir hayatta ilişkileri yıprattığımız gerçeği filmin temel meselelerinden biri.

Kilise bu karede de insanların altında konumlanmış. Sınırlı bir yaşam sürdüğümüz gerçeğini, dinin en temel insancıl öğretilerini unutsak, kendimizi yüceltsek de yolumuzun sonu ölüme (bu karede kiliseye) varıyor. En üstte yer alan bulutlar, insanların çerçevede karınca gibi küçücük kalmışlığı, kilisenin gökyüzüne uzanan sivri tepesi, aslında sandığımız kadar yüce varlıklar olmadığımız gerçeğini hatırlatıyor.

Anne babanın sevgisizliği, iletişimsizliği en sıcak yuva olması gereken evi filmde bir tabuta dönüştürüyor.

Alex ve ailesi kır evlerine ilk geldiklerinde oğlu, babası Alex’e pınarın neden akmadığını sormuştu. Akmayan, kurumuş pınar işlevsiz, bozulmuş bir rahmi çağrıştırıyor; izleyiciyi kürtaj sahnesine hazırlıyordu. Burada ise su dolu bir kuyu doğurganlığı, bereketi, temzliği simgeleliyor. Birazdan öğreneceğimiz gibi Vera aslında temiz, iffetlidir.

Tek, uzun bir plandan ibaret az önceki kuyu sahnesinin devamında kamera kaydırma yaparak bize kırık tekerleği, evden fırtına sayesinde kopmuş bazı küçük nesneleri de gösteriyor; sonunda suya yansıyan evin görüntüsünü görüyoruz. Parça parça kırık nesneler, ailenin yaşadığı dramı, ölümü bize çağrıştırırken duru su birikintisinin üzerine yağmaya başlayan yağmurun Alex’in yaşadığı acıyı cisimleştirdiğini söyleyebiliriz.

Filmde erkekler şiddetle, vurdumduymazlıkla, anlayışsızlıkla özdeşleştirilmiş.

Küçük oğlunun da büyüdüğünde babasına benzeyeceğini görmek, Vera’nın çocuklarının geleceğinden de umudu kesmesine sebep oluyor.

Filmin son sahnesi ilk sahneye benziyor, ancak şimdi hasat zamanı… Irgatlık yapan kadınlar, evde kadınlar, hayatın her alanında en önde kadınlar ancak horlanan, umursanmayan, psikolojik ve fiziksel şiddete uğrayan yine kadınlar…

En önde elinde dirgen tutan kadının içli şarkısı sadece Rusyaların değil, hepimizin ortak acılarını dile getiriyor.

Sürgün filmi Zvyagintsev’in dünya kadınlarına adadığı ancak erkeklere seslenen görsel bir ağıt…

Teşekkürler

Eşim Palin Erkan (yorumlarıyla)

Dr. Ferda Firdin (yorumlarıyla)

Kaynaklar:

https://az-film.com/en/Publications/32-The-Banishment-Movie-Review-By-Birgit-Beumers-2007.html

https://en.wikipedia.org/wiki/Annunciation_(Leonardo)

 

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

8 + 2 =

3 Yorum

  • Görsellerle de desteklediğin bu derin analiz için emeklerine sağlık. Bir filmin içindeki nesnelerin konumlandırılışında bile bir sembolik anlam olabileceğine dikkat edeceğim bundan sonra.

  • buna derin izleme diyebilir miyiz? 🙂 Nitelikli izleyiciyi hak eden filmleri hatırlattığın ve alt metinleri yakalayıp paylaştığın için çok teşekkürler