“Sicilya’yı görmeden İtalya’yı görmüş sayılmazsınız. Sicilya her şeyin ipucudur.”
Palermo’dan geçtiğimiz Katanya (Catania) oldukça eski, bakımsız görünümlü ama bir o kadar da kendine has özellikleri olan bir yerdi. Sicilya adasındaki MÖ 7. Yüzyıla tarihlenen anıt yapılarıyla Katanya, Sicilya adasının pek çok yerleşimi gibi arkeoloji meraklıları için bulunmaz fırsatlar sunuyor. Şehrin her yerinde başka bir arkeolojik kalıntıyla karşılaşmanız mümkün. Eski harap binaların arasından geçerek ulaştığınız meydanda sizi büyük bir siyah bazalt fil heykeli ve dikilitaş karşılayacak. Her türlü yürüyüş için burayı işaret noktası olarak kullanabilirsiniz. Sicilya Çağdaş Sanat Müzesi, San Benedetto Kilisesi, Ursino Kalesi, Odeon Amfi tiyatrosu mutlaka görülmesi gereken yerler arasında bulunuyor.
Katanya da diğer Sicilya yerleşimleri gibi filmlerle bağ kurmuş bir kent. İstasyona yakın sinema müzesini gezmek meraklısı için ilginç bir deneyim sunuyor. Biz tamamen tesadüf eseri Leopar (Il Gattopardo)** filmine göndermesi olan bir otelde kalmıştık. Tabii ondan önce Tarlabaşı’nın eski hali gibi bir pansiyonda konaklama deneyimimiz de var. Katanya’daki Botanik bahçesi ise Plumeria çiçekleri ve kaktüsleriyle meraklısı için güzel bir soluklanma alanı oluşturuyor.
Katanya’dan trenle gittiğimiz Taormina, bir tepede kurulmuş küçük bir kasaba. Ne tarafa bakarsanız bakın eşsiz güzellikte manzaralarla karşılaşıyorsunuz. Tepenin yamacındaki evlerin arasından ister yürüyerek isterseniz teleferikle deniz kenarına inebilir, İsola Bella (Güzel Ada) ya yüzebilir ya da benim gibi denize girmeseniz bile bir Aperol eşliğinde güzel manzaranın keyfini çıkarabilirsiniz. Dönüş yolunda ise mutlaka teleferiği kullanmanızı öneririm.
Tepenin diğer tarafında ise turistik ve lüks Umberto caddesinde dolaşabilir, San Guiseppe Meydanı’nda bir kahvede ya da antik tiyatronun sıralarında oturup Etna Yanardağı’nın ateşiyle selamlaşabilirsiniz. Antik Yunan tiyatrosunun seyirci sıralarından (Cavea) bir yandan Etna yanardağını bir yandan da denizin muhteşem görüntüsünü izleyebilirsiniz. Neredeyse her İtalyan kentinde bulunan Umberto caddesinde dolaşırken ünlü markalar ve turistik eşya satılan dükkânların arasından geçip giderken Goethe, D.H. Lawrence, Oscar Wilde, Truman Capote, John Steinbeck ve Friedrich Nietzsche, gibi sanatçıların Taormina’dan ilham aldığı da aklınızda olsun. Ayrıca Goethe’nin evden kaçarak gittiği Sicilya için söylediği “Sicilya’yı görmeden İtalya’yı görmüş sayılmazsınız. Sicilya her şeyin ipucudur” sözünü de anımsatmak isterim. Şarkılara konu olmuş Taormona’yı bir şarkıyla anmadan olmaz: Mark Knopfler’ın Lights of Taormina şarkısını şuraya bırakıyorum.
Katanya’dan, “Baba” (Godfather) filminin bazı unutulmaz sahnelerinin çekildiği Savoca köyüne çeşitli turlar düzenleniyor. Taormina’ya yarım saat uzaklıkta bir köy olan Savoca’ya turlar dışında araç kiralayarak ya da toplu taşımayla gitmeniz de mümkün. Biz Savoca’ya epeyce bir zaman otobüs bekledikten sonra yılan gibi kıvrılan daracık dağ yollarından müthiş bir manzara eşliğinde gitmiştik. Tepede bizi karşılayan rüzgârı hala anımsarım.
İnsanların Savoca’ya gitme nedeni ortak: “Baba” (Godfather) filmi. Pek çok insanın Sicilya’yı keşfettiği “Baba” filminde Michael Corleone’nin, (Al Pacino) Apollonia’nın babasından kızıyla tanışmak için izin istediği sahnenin çekildiği Bar Vitelli’de soluklanabilir, düğünün yapıldığı Santa Lucia Kilisesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Francis Ford Coppola’nın anıtı ile bir fotoğraf çektirmeyi de unutmayın.
Filmin tema müziği eşliğindeki filmden görüntüler arasında bir anlık da olsa Savaco sokaklarında küçük bir geziye davetlisiniz. Yönetmen F.F. Coppola, İtalyan asıllı Amerikalı yazar Mario Puzo’nun; 1969’da yayımlanan “Baba” romanını yazarla birlikte senaryolaştırmıştır. 1972, 1974 ve 1990’da gösterime giren 3 ayrı filmde aktarılan bütün öykü bazı değişikliklerle aslında tek bir romanda anlatılmaktadır.
Taormina’dan sonra gittiğimiz Sirakuza’da (Siracusa) karaya iki köprüyle bağlanan Ortigia Adası özellikle akşamları görsel bir şölen sunuyor. Köprüleri geçtiğinizde bir antik Yunan şehrinde olduğunuzu düşünmeniz işten bile değil. Her kentte görmeye alışık olduğumuz saraylar, kiliseler, meydanlara burada önemli antik kalıntılar da eşlik ediyor. Sirakuza sokaklarında gezerken aklınıza gelmesi gereken bir kişi de Arşimet. Bir savaş sırasında ölen Arşimet’in adı Fontana Di Artemide (Arşimet Çeşmesi) yanı sıra başka yerlerde de karşınıza çıkabilir. Merkezdeki önemli yapıların dışında mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri Parco Archeologica della Neapolis, 1955 yılında sit alanının korunması için oluşturulmuş. Burada Dionysos’un Kulağı (Orecchio di Dionisio), Grotta dei Cordari mağaraları, Yunan tiyatrosu ve Roma Amfitiyatrosu bulunuyor. Dionysos’un Kulağı olarak bilinen mağara ve etrafındaki diğer mağaralar antik çağda taş ocağı ve hapishane olarak kullanılmış. Çeşitli efsanelere de konu olmuş.
Limana yakın kurulan pazar yerinden belleğimde kalan iki tat var. Sıcak, taze ev yapımı ekmekle tattığım zeytinyağı ve kekik ile yapılan kurutulmuş domates salamurası. Yine aynı pazarda, temizlerken izlediğimiz balıkçıların tadına bakmamız için üzerine birkaç damla limon sıkıp bir çay kaşığının içinde ikram ettikleri denizkestanesi yumurtası. Nereden bakarsanız bakın eşsiz bir deneyimdi. Denizkestanesi yumurtalarından Sicilya’da meşhur bir makarna sosu hazırlanıyormuş. Hayır, ben size o makarnanın tarifini vermeyeceğim. Gittiğinizde fırsatınız olursa, başka ülkelerde şampanya eşliğinde tüketilen bu lüks yemeği orada deneyin derim.
Ben size bugün “bilgi” sahibiysek onun aracılığıyla olan bir bitkiden bahsedeceğim. Prometheus’un ateşi tanrılardan çalarak insanlara getirdiğini herkes az çok bilir, ancak “nasıl” sorusu pek sorulmaz. Prometheus’un tanrıların dağından (Olympos) tek bir kıvılcımı rezene dalının içinde getirdiğini Aydın Priene Antik Kenti’nin anlatıldığı bir sunum sırasında öğrendim. Rezene çayını yaşamın bir döneminde içmemiş olan yoktur. Yabani rezeneyi değişik yörelerdeki arapsaçı, marasa, melatura gibi adlarla tanıyordum. Ayrıca yaptığım okumalarım sırasında mayana, rezyane, şumra, irziyan, raziyane, raziyana, rezdane, sincilip ve Çumra anasonu gibi adlar verilip tatlıdan tuzluya pek çok alanda kullanıldığını da öğrendim. Ben sadece dereotuna benzeyen yaprakları ve anason benzeri kokusuyla tanırdım. Bahar geldi mi Mudanya’daki pazarda demet demet alırdı insanlar. İlk defa Urla pazarından aldığım karışık otlar arasında anason benzeri tadı nedeniyle yiyememiştim; ancak zamanla alıştım. Öyle ki artık bir önceki yılın kurumuş dallarından kerteriz alıp boyları bir karış olmadan körpe körpe toplayıp yumurtayla pişiriyorum. Bu yıl Girit usulü kuru fasulye ve barbunya ile de denedim. Kültür üretimi olan yumrusunu birkaç kez büyük marketlerde görmüş ama denememiştim. Sicilya yemekleri kitabında görüp denemeye karar verdiğim portakal salatası tarifini biraz daha araştırırken tekrar karşılaştık kendisiyle. Tüm cesaretimi toplayıp hem salatayı hem de zeytinyağlı yemeğini pişirip bir yemek grubunda paylaştım. Gelen yorumlardan birisi çok çarpıcıydı: “birer parmak kalınlığında kesip zeytinyağı ile duvaklayıp kömür ızgaraya atıldığında Prometheus’a adak olur”. Artık bu yazıya girmeyi hak etmişti, adağımı da mevsimi geçmeden en kısa zamanda yerine getireceğim.
Portakal salatası dip notlarda verdiğim temel malzemeyle yapılabilirse de evdeki farklı malzemelerle damak tadınıza göre çeşitlendirebilirsiniz***. Sicilya’daki gibi rezene yumrusuyla taçlandırabilir, bulabilirseniz kan portakal ile görsel olarak zenginleştirebilirsiniz.
Sicilya mutfağı, İtalyan mutfağının önemli unsurlarını barındırıyor. Tarih boyunca maruz kaldığı işgaller beraberinde yeni ürünleri ve lezzetleri getirmiş. Arapların baharat, pirinç, safran, şeker kamışı, Yunanların zeytini, İspanyolların çikolata, domates ve patlıcanı adanın kendine has toprak ve iklim yapısıyla birleşince ilginç lezzetler çıkmış ortaya. Aynı tarifi bile uygulasalar lezzet bambaşka oluyor. Örneğin Palermo’da benim pazardan aldığım domateslerin tadı öyle güzeldi ki, seyyar bir satıcıdan domates tohumu almak istediğimde “Sicilya domatesi olsun,” dedim. Satıcı eliyle önce güneşi, sonra yeri, sonra da tohumları gösterdi. Her birini gösterirken de “Sicilya, Sicilya, Sicilya,” dedi.
Adanın güneş ve toprağının her zerresine işlediği üzümlerinden yapılan adaya has Nero d’Avola, Nero Maschelese ve Marsala şaraplarını mutlaka denemek gerekir diyor bu işin ustaları.
Farklı yerlere yapılan yolculuklar eve dönüşle birlikte bitmiyor. Edindiğiniz deneyimler, sonrasında yaptığınız yeni yeni okumalar, dinlemeler, izlemeler ve konuşmalarla yolculuklar devam ediyor. Siz bu satırları okurken ben de yolculuklara devam ediyor olacağım.
* İtalya Seyahati, Johann Wolfgang Goethe, Çeviri: Seniha Bedri Göknil
**Leopar, 1963 İtalya – Fransa ortak yapımı tarihi film. Özgün adı Il Gattopardo olan ve ortak yapımcı ülke Fransa’da Le Guépard adıyla gösterilen film Türkiye’de ilk kez Ocak 1965’te sinemalarda gösterime girmiş. İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının usta yönetmenlerinden Luchino Visconti‘nin bazılarınca en iyi filmi sayılan ve çekmiş olduğu tarihsel epiklerin en kişiseli olarak değerlendirilen “Leopar”, Sicilyalı yazar Giuseppe Tomasi di Lampedusa’nın ölümünden bir yıl sonra, 1958’de yayımlanan aynı adlı çok satan otobiyografik romanından uyarlanmıştır.
***Sicilya Portakal Salatası:
1 baş kırmızı soğan, bir diş sarımsak, 2 adet portakal, yarım limonun suyu, bir avuç siyah zeytin, karabiber, zeytinyağı.
Kabukları hiç beyazı kalmayacak şekilde soyularak küp küp doğranmış portakal, piyazlık doğranmış soğan ve ezilmiş sarımsağı diğer tüm malzemeyle karıştırarak salatanızı hazırlayabilirsiniz.
Yemeden önce bir iki saat beklerseniz tatlar birbiriyle uyumlu hale gelecektir.
Rezene yumrusu bulursanız onu da ister soğan halkaları gibi, ister piyazlık soğan gibi ama biraz etlice doğrayarak karışıma ekleyebilirsiniz. Çiğ ve pişmişken farklı lezzetlere sahip olan rezenenin dörtte birini salataya koyup kalanını bol soğan ve portakal suyuyla klasik zeytinyağlı yemekler gibi pişirmenizi öneririm.
Afiyet olsun.
Burada da geziyi çok güzel anlatmışsın. Aklına, belleğine sağlık!…