İncelemeler

Ferit Edgü Yaralı Zaman Üzerine

‘Yaralı Zaman’, kısa öykülerden oluşan bir anlatı. Kitaba ismini veren Seferis’in dizelerini yazar eserin başına epigraf olarak koymuş. Yaralı gövde, yaralı yurt, yaralı zaman.

Metnin başında kadın ve erkek kahramanların diyaloğuna tanık oluyoruz. Erkek kahraman bir yolculuğa çıkacağından bahsediyor. Kadın kendisine neden gittiğini sorduğunda gazetenin çağırdığını söylüyor; ancak ardından bu yolculuğu asıl kendisinin istediğini öğreniyoruz. Metinde kullanılan çerçevede anlatım tekniği ile iki farklı anlatıcı oluşturulmuş. Metnin asıl bölümünü bize yazar anlatıcı değil düş gören erkek anlatıcı anlatıyor. Ferit Edgü hem kullandığı şiirsel dil ile hem de kahramanına düş gördürmesi ile okurun gerçeklik algısını törpülüyor. Nitekim eser başlarken kahramanın gözlerini kapatıp hayaller kurmaya başladığını, eser bittiğinde ise kadının erkeğe hadi aklındakileri yaz o zaman dediğini görüyoruz.

Ferit Edgü üslupçu bir yazar. Okuru metinde kendi yarattığı bu yeni gerçeklik hissi ile yakalamaya çalışıyor. Eserde geçen coğrafya bildiğimiz doğu olsa da yazar üstüne basa basa bu benim doğu’m, benim algıladığım ve anlatmak istediğim doğu demekte.

“Boşuna çabalama diyor Kadın. Orda duyduklarını, gördüklerini, yaşadıklarını yazamazsın.

Ben de düşlediklerimi yazarım, diyor Adam.

Öyleyse hiç durma yaz, diyor Kadın. İşte kâğıt, işte kalem.”

Asıl hikâye (erkek kahramanın düşünü) okumaya başladığımızda başlar.

“Kim sana buralara gel dedi? Burası tekin bir yer değildir.’” Sözleri ile karşılaşırız. ‘Tekinsizlik’ gibi ‘ölüm’ temasının da neredeyse metnin tamamına sindiğini söyleyebiliriz. Sadece insanların, hayvanların değil cansızların da ölümünden bahsedilir.

“Bu yeni su, dedi rehberim. Henüz yatağını açmadı. Zamanla yatağını açacak. Bir çay bakarsın bir ırmak oluşacak. Hep böyle olur. Sonra bakarsın o da kurur.”

Anlatıcının düşünde kadınlar sessizce erkeklerini bekler, bebekler ağlar; karanlık bir dünyadır tasvir edilen.

“Bir ahır sanırsın. Kapısını itip içeri girersin. Erkeğini bekleyen bir kadın karşılar seni. İçerisi alaca karanlıktır.”

“Kış günleri isli. Kış günleri dumanlı.”

“Bir kıyıda gözünün seçmediği bir bebenin ağlayışını duyarsın.”

Ferit Edgü’nün dili kıvraktır, mültecilerin kalabalığını bir nehre benzeterek anlatır.

“Akın akın geliyorlar. Dağdan taştan kopmuş geliyorlar.”

“Kadın erkek çoluk çocuk bir insan seli”

Kurt sürüsünün geyiği kovaladığı, onu bir uçurumun kıyısına sıkıştırdığı öyküyü kendisi de beğenmiş olmalı ki iki kez yazmış, iki farklı versiyonu da arka arkaya kitaba eklemiştir. (Edgü bir gazete haberinden yola çıkarak yüz bir tane farklı öykü yazmak gibi bir çalışmayı ‘Yazmak Üzerine’ adlı eserde de denemişti. Zaten yazma uğraşı da aslında tekrar tekrar yazmak demek değil midir?)

Metinde anlatıcı ziyaret ettiği bölgede misafir konumundadır. Bölgede konuşulan yerel dili, kültürü bilmez. Halktan biri gibi değil bir gözlemci konumundadır. Yazar kahramanının bir gözlemci olma halini daha fazla vurgulamak için ona fotoğraf da çektirir. Fotoğraf eylemi metnin gerçekçi yönünün olduğunu da vurgular…

“Fotoğraf makinamın objektifini atının üzengisinden tutmuş bana bakan bu küçük adama çeviriyorum.”

Bölge insanı için hafta ve gün kavramı büyük şehirdeki insana göre farklı algılanır.

Haftanın günlerini bir garip bellemişler.

Bir Pazar günü bugün Pazartesi dediğinizde inanıyorlar.

Cuma derseniz inanmıyorlar.

Cumartesiyi hiç bilmiyorlar.”

Edgü’nün ilk dönem eserlerini incelediğimizde yalnızlık, toplumdan kopukluk, anlaşılamama gibi temaların kafkaesk, karanlık bir atmosferde anlatıldığını görürüz. ‘Kule’, ‘Karabasan’, ‘Cellat’, ‘Leş gibi Av‘ ve ‘Bozgun’ adlı kitaplarında yer alan bir çok öykü bu dönemin ürünleri sayılır.

Edgü’nün ‘Bir Gemide’ adlı kitabında yer alan ve kitaba adını veren Bir Gemide, Koku gibi öykülerinde meselesinin daha dışa dönük bir hale geldiği görülür. Artık kahraman sadece kendisiyle değil toplumla da daha belirgin şekilde çatışmaya başlamıştır.

 ‘Yaralı Zaman’ ise artık olgunluk, tıpkı ‘Doğu Öyküleri’, ‘Hakkari’de Bir Mevsim’ gibi artık yazarın olgunluk dönemi eseri sayılmalı, Türk aydınının kendi toplumunu keşfetme, tanıma çabasının ürünü olarak da okunmalıdır.

               

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

87 + = 95