Edebiyat

BİZ BİZE


Yine geldiler. “Gidin başımdan artık!”

Sesli söylesem ya bunu, diyemiyorum. Oysa bu ameliyattan sonra artık hepsi gelmez diyordum. Kalabalık dağılır kendimle baş başa kalırım sanıyordum, olmadı. Ben de bir yere gidemiyorum. Kısılıp kaldım bu dört duvar arasında. Daha kaç gün tutacaklar beni burada belli değil. Hemşire geldiğinde sorsam mı acaba? Pek de suratsız. Gözlerini devire devire, tercihimi kınayarak bakar yine yüzüme. En iyisi hiç konuşmamak. Doktor gelsin ona sorarım.

Şunlara bak nasıl da süzüyorlar birbirlerini, uğraşsan toplayamazsın hepsini bir araya ya, istemezsin başına gelir. Odayı ilk gördüğümde çekyat var diye sevinmiştim oysa, gelip böyle yayılacakları aklıma gelse başka oda isterdim. Çekyatı kaldırmazlarsa da şu iki sandalyeyi bari çıkartsalar, hepsi birden toplanamazlar o zaman.

Kibarlık susuşları, ağırdan alışları bakalım kaç dakika sürecek. İzlemesi zevkli olacak gibi, onlar kendilerine biçtikleri rollerini, ayna karşısında ezber yaptıkları repliklerini birbirlerine satmaya çalışırken.

Hepsi yerlerine konuşlanmış. Davut bey çekyatın sağ köşesine kurulmuş. Sol köşede ise tabi ki Nezih bey var. Emine hanım ikisinin arasında pısmış oturmuş. Çekyatın yan duvarındaki pencerenin önünde duran sandalyede bacak bacak üstüne atmış, bir gözü sürekli dışarıda oturan ise İdil hanım. En kötüsünü sona sakladım: Yatağımın dibindeki sandalyede oturup beynimi yiyen Zeynep hanım.

Acaba önce hangisi konuşacak diye beklerken, özgüven timsali Davut bey, Duvarda saat olmasına rağmen abartılı hareketlerle kolundaki saatine bakıp mırıldanarak konuşmaya girecek laf arıyor. En kolay yolu seçip Emine hanıma havalarla ilgili çok ilginç bir muhabbet açıyor ve “Yav birden ne soğudu hava, geçen hafta arkadaşlarla deniz kenarında oturuyorduk,” diyor.

Emine hanım önce başıyla sonra sözleriyle kendisini onaylayarak kendisinden beklenen eki hemen ekliyor: “Tam hasta edecek havalar bunlar.”

Çok merak ediyorum bu saçma sohbeti ne kadar uzatabilirler. Merakım uzun sürmüyor. “Öyle, öyle dikkat etmek lazım, mevsimler değişti artık, bir bakmışsın yaz, bir bakmışsın kış,” eklemesiyle tam Davut bey son noktayı koydu derken, Nezih Bey sol kulvardan atağa geçiyor ve “Bunlar daha iyi günlerimiz, küresel ısınmanın etkilerini her yıl katlanarak hissetmeye devam edeceğiz. Fabrika sahipleri likiditelerini düşündüklerinin binde biri kadar doğayı düşünse, bugün hala sonbaharın gelişine şiirler yazılıyor olurdu bu memlekette,” diyerek, hararetli bir tartışmanın fitilini ateşliyor. Kendisine atılan taşa karşılık vermeden duramayan Davut bey, “Gökten başınıza taş düşse fabrika sahiplerinden bileceksiniz. Yahu onca insana ekmek kapısı oluyoruz. Millet bizim sayemizde çoluk çocuk geçindiriyor. Gene biz kötü oluyoruz. Senin o küresel ısınma dediğin fakirin cebine para koyuyor mu para?”

Tamam şimdi oldu. Emine hanıma da bak, bir sağa kafa sallıyor bir sola, hangisi haklı be kadın karar ver artık. O da haklı tabi, kendi fikri olmadığından ne söylerlerse doğru geliyor kulağına. Bu tartışma uzar gider bunların arasında, hiç çekemeyeceğim şimdi. Birinin diğerinin görüşünü kabul edip susacağını bilsem dinleyeyim de, onlar birbirini dinlemezken pek mümkün görünmüyor. En azından şimdilik.

Başımı sağa çevirmek istiyorum ama yatağımın dibinde mırıl mırıl dua eden Zeynep hanımla da göz göze gelmek istemiyorum. Karşımdaki duvara İdil hanımın kaşındaki taşlı piercingden yansıyan ışığın göz kamaştırıcı dansını izlemek istiyorum şu an sadece. Sessizlik ve doğanın sanatını istiyorum ama izin verirler mi hiç? İdil hanımın konuşmaya dahil olmak için sandalyede hareketlenmesiyle ışığın açısı ve yarattığı tüm büyü bozuluyor. “Ben ikinize de katılmıyorum, hayatı çok ciddiye alıyorsunuz doğrusu, hepimiz ölüp evrenin enerjisine yeniden dahil olacağız, tadını çıkarsanıza zamanın.” Ne yani bunu söylemek için mi bozdun fark etmeden yarattığın büyüyü. Hiç konuşmasan, dursan öyle şu an yaratmaya çalıştığın ‘hepinizden farklıyım’ algısına da hiç ihtiyacın olmayacaktı. İşin garibi farklı olduğunu düşünecektim…

Farklılığın göze sokulduğunda kabul edildiğini sanarak, aslında dünyada birbirinin aynı olan hiçbir insan olmadığını, farklılıkların az olduğunu düşünmenin bakış mesafesinden kaynaklandığını, görmek isterse insanın kendi yüzünde sağ ve sol yarısının birbirinden farklı olduğunu görebileceğinin henüz farkındalığını yaşamadığı için, aksesuarlar ve aksesuar niyetine kullanılan konuşmalar ve davranışlarla farklı olmanın peşinden koşmaya devam ediyorlar. Ama birgün düşerlerse anlarlar. Yere o kadar yakın olur ki insan iki kum tanesinin bile aynı olmadığını fark eder. İşte tam da o an farklılaşmaya başlar.

İdil hanım bu çıkışıyla Zeynep Hanımı kışkırtmamış olsan bu hareketini hoş görebilirdim ama, Zeynep hanım Allah’a beni affetmesi için ettiği duasını bitirip tartışmaya katıldı bile. “Tövbe de tövbe. Evrenin enerjisiymiş. Allah var kızım, Allah. “Hepiniz döndürülülüp ona götürüleceksiniz” diyor Kuran’ı Kerimde, kitap yalan mı söylüyor. Günaha giriyorsun sümme haşa. Hem Davut Bey doğru diyor, sizin bu boş laflarınız fakirin karnını doyurmuyor. Çoluk çocuk evde yemek, aş bekliyor. Sen burnu delik ayakkabı ile okula giden çocuğa küresel ısınma dersi versen ısınacak mı ayacıkları?”

Zeynep hanımın bu sözlerini son derece doğru bulan Davut bey ve Emine hanım başlarını hararetle sallayarak destek verirken Nezih bey son derece geri kafalı bulduğu bu kadının ne dediğini dinlememişti bile. Ne de olsa böyle bir kadının bir şeyleri ondan daha iyi bilmesi mümkün değildi. İşte bu konuda Davut bey de Nezih beyle hem fikirdi bir kadın karşısındaki erkeğin ona anlattıklarından başka ne bilebilirdi.

Bunların bitmek bilmez, hiçbir sonuca varmaz gürültüleri delirtecek beni! Keşke dün akşam merdivenlerden çıkarken gördüğüm, orda olmayan biri gibi orda olmasalar.

Uyurmuş gibi yumsam gözlerimi, açmasam bir süre, giderler mi acaba? Gitmeseler de gerçekten uykuya dalarım belki. Uyursam duymamda, hem fark etmez o zaman gidip gitmedikleri. Şöyle gözlerim kapalı bekleyeyim bir süre…

Odanın kapısı açıldı, gidiyorlar sanırım. Çaktırmadan bakayım. Aaa suratsız hemşire.

Hemşire: Uyuyor muydunuz? Uyandırdım mı?

– Yoo, hayır uyumuyordum. Gitsinler diye kapatmıştım gözlerimi, gitmişler.

Hemşire: Kimler?

– Hiç , hiç kimse. Doktor bey bugün ne zaman gelecek?

Hemşire: Saat altıda kontrole gelecek . Bir sıkıntınız mı var Deniz Bey, pardon Deniz hanım.

– Yok! Hemşire hanım yok! Siz ve sürekli sürçen diliniz dışında yok! Şimdi derhal odamdan çıkın ve bir daha da gelmeyin!

Öznur Durgut Şevik

Bursa’da doğmuş, büyümüş, okumuş, sevmiş; sıkılınca Giresun ve İstanbul’da bir süre gezmiş, sonra dayanamayıp geri dönmüş, Maliye Bakanlığı'nın bir neferi. Anlatmayı çok seven, anlatacak kimse bulamayınca yazmayı seçen, aslında sayılara aşık, hikayesi yeryüzünde geçen ve nihai amacı bu geçişini dünyaya en az zararı vererek tamamlamak olan hayatın içinden bir kadın kahraman.

YAZAR HAKKINDA

Öznur Durgut Şevik

Bursa’da doğmuş, büyümüş, okumuş, sevmiş; sıkılınca Giresun ve İstanbul’da bir süre gezmiş, sonra dayanamayıp geri dönmüş, Maliye Bakanlığı'nın bir neferi. Anlatmayı çok seven, anlatacak kimse bulamayınca yazmayı seçen, aslında sayılara aşık, hikayesi yeryüzünde geçen ve nihai amacı bu geçişini dünyaya en az zararı vererek tamamlamak olan hayatın içinden bir kadın kahraman.

Bir Yorum Yazın

+ 40 = 48