İncelemeler

ALİCE MUNRO – NEFRET ARKADAŞLIK FLÖRT AŞK EVLİLİK

Alice Munro, Kanadalı bir öykü yazarı. İnceleyeceğimiz metin özellikle kurgusu ile dikkat çekici. Munro öyküsünü kurarken hem okura karakterlerini birbirleri ile konuşturarak, dedikodu yaptırarak öykü hakkında onların iç sesleriyle yeni bilgiler veriyor hem de ileride açılmak üzere kapılar oluşturuyor.

Metinde kadın erkek ilişkileri, çocukluk, yalan, aile içi ilişkiler, özellikle Johanna üzerinden yalnızlık, kimsesizlik, birbirini yanlış anlama, yanlış tanıma gibi temalar işleniyor. Zaten öykünün merkezinde yer alan Johanna ile Ken Baudreau’nun evlilik ile sonlanan ilişkilerini izlerken ne aşka ne de sevgi sözcüklerine rastlıyoruz. İki taraf birbirleriyle iletişim bile kurmuyor. Olaylara hala izleri devam eden savaş atmosferinde tanık oluyoruz. (Olasılıkla Kanada’nın 1939 yılında katıldığı İkinci dünya savaşı) Yazar bize öykünün daha başında kahramanlarının kim olduğunu, diğer kahramanların üzerinden anlatacağının ipucunu veriyor. Sözgelimi Johanna’yı bize anlatıcı başlangıçta tren istasyonundaki memurun gözünden, onun algısı kadar gösteriyor.

“O ayakkabılarla, naylon çorap yerine soket çoraplarla, öğleden sonra bir vakitte şapkasız, eldivensiz kılığıyla köylü kadın olabilirdi. Ama köylü kadınlarda görülen tereddütten, çekingenlikten yoksundu. Hali tavrı köylü kadınlara benzemiyordu aslında hiçbir şeye benzemiyordu.”Johanna’nın kendi çirkinliğinin farkında olan bir kadın olduğunu, bundan dolayı huzursuzluk duyduğunu da görüyoruz.

“Mahsus yapıyorlardı elbette. İçeri girer girmez kusurlarını açıkça gör diye koymuşlardı aynayı oraya.”
“Tayyörde sorun yoktu. Sorun tayyörden dışarı çıkanlardı. Boynu, yüzü, saçları, iri elleri ve kalın bacakları.”
Johanna’nın mağaza sahibi Milady ile sohbetinde aslında parasız olduğunu, ama en önemlisi evlenme arifesinde olduğunu öğreniyoruz. Milady’nin değişiyle bu bir aşk evliliği olacaktır.

“Adam evlilikten söz etmemişken evlilik lafı etmesi salaklıktı, bunu hatırlaması gerekirdi. Evlilik dışında o kadar şey söylenmiş ya da yazılmış, o kadar sevgi ve özlem ifade edilmişti ki, sanki evliliğin kendisi öden kaçmıştı.”
Johanna’nın aklından geçen yukarıdaki cümleleri okuduğumuzda evlilik ile ilgili meselenin aslında muallâk olduğunu görüyoruz. Acaba bundan sonra Johanna’nın yaşayacağı hayal kırıklığının hikâyesini mi okuyacağız? Şimdiye kadar çok akıllı, cin gibi bir kadın olmadığını zaten gördük. Şişman, çirkin aynı zamanda yoksul. Birazdan öğreneceğimiz gibi mesleği de çocuk bakıcılığı ve hizmetçilik.

Derken Mr. McCauley’ile tanışıyoruz. Yaşlı bir adam, kendi kendine bakacak beceride değil. Bu arada okura Johanna’nın da bir mağaza işletecek beceride olmadığı hatırlatılıyor.
“Ne var ki dükkândan Johanna sorumlu olsa kimseyi cezp edemezdi. Ne yapılması, nasıl yapılması gerektiğini kestirebilir, bunu yapacak insanları denetleyebilirdi ancak müşteriyi asla ikna edemezdi. İster alın ister almayın; onun tavrı bu olurdu. Müşteriler de almazdı kuşkusuz.”

Anlatıcı bize Johanna’nın en yakınındaki insanlar, komşular tarafından da pek sevilmediğinden, dışlanmış bir kadın olduğundan bahsediyor.
“Johanna’ya kanı kaynayan insanların sayısı pek azdı, bunun uzun süredir farkındaydı.”

Sabitha Edith, Mrs. Huber, kuzin Roxanne, Shultzlar ile üstünkörü tanışıyoruz.
Metinde karşımıza çıkan ilk mektup Johanna’nın Ken Baudreau’ya yazdığı. Öykünün kurgusundan çiftin karşılıklı mektuplaştığı, flört ettikleri izlenimini ediniyoruz. Anlatıcı bize Baudreau’nun yazdığı ilk mektubu açık açık göstermiyor, ancak metnin sonlarında ilk mektubun içeriğinden bahsedecek ve yanlış anlaşılma sürecinin başlangıcına bizi götürecek. Mobilyalara nasıl özenle bakım yaptığını gördüğümüzde Johanna’nın nasıl aşk ve umutla dolu olduğunu hissedebiliyoruz. (Ancak Johanna’nın kaybetmeye eğilimli, silik bir kadın olduğunu az çok bildiğimiz için hep içimizde bir şeylerin ters gideceği hissi var! Nitekim yazar da bundan sonra da karşımıza yeni yeni sürprizler çıkaracak)

Öyküde ikinci mektup Mr. McCauley’e Johanna’nın yazdığıdır. Yaşlı adama göre mobilyaların taşınması düpedüz hırsızlıktır. Devamında anlatıcı okuru Sabitha’nın iffetsiz olabileceği konusunda uyarır. (Bu uyarıdan yine karakterlerin diyaloğu ile bu kez Roxanne’nin ağzından haberdar oluruz. Roxanne’ye göre kızı Sabitha annesi Marcelle’nin yolunu izleyecektir.)

Yaşlı kayınpederin damadı Ken Baudreau’dan aldığı mektup okurda eski askerin yalancı, sorumsuz biri olduğu; şimdi de evin eski hizmetçisi ile kafa kafaya verip ihtiyarı soydukları izlenimini uyandırır. Dikkat edilirse bu mektubun da aslına metinde yer verilmez. Metnin anlatıcısı bize mektubun içeriğini Mr. Mc Cauley’in algıladığı kadar gösterir.
“ ‘Bu badireyi atlatabilirsem’ diyordu, başarıya ulaşacağımdan eminim. Peki ama badire neydi? Acil nakit ihtiyacı.”

Yaşlı adama göre eğer evde kullanılan mobilyaları alıp gitmedilerse sebebi yeterince kurnaz olmamalarıdır. Yaşlı adam gençliğini, kızını hatırlar. Marcelle’in kadınlara mahsus bir şey yaptırmak için London’ a gitmiş, hastanede ölmüş olduğunu yine yaşlı adamın zihninden öğreniriz. (Roxanne’nin Marcelle için söylediklerini göz önüne getirdiğimizde kadının kocası olmayan bir erkekten istemeden gebe kaldığını ve kürtaj olurken öldüğünü düşünürüz.)

Dikkatle okuduğumuzda bu bölümde Ken Bauderau ile Marcelle’nin ilişkisi hakkında bize ipuçları verildiğini görürüz. Marcelle yetişkin olduğu halde Pazar günü evde oturup çizgi film izlemektedir, pijamalarla, taranmamış saçlarla dışarı çıkar, genç kızlığında anne ve babası tarafından odaya kilitlenir, son günlerinde teni kahverengidir. Ayrıca ara sıra ilaç almaktadır (Kayınpederi ölüm haberini vermek üzere kocasına telefon ettiğinde Ken Bouderau ‘ne aldı’ diye sorar.)
Acaba Marcelle gerçekten sarılık mı olmuştur, ilaç kullanmaktadır yoksa istenmeyen gebelikten ötürü intihar teşebbüsünde bulunmuş olabilir mi? Marcelle’in zaman zaman nükseden psikolojik bir rahatsızlığı mı vardır? Şu an kadar yaşlı adamın bildiği kadarını biliyoruz ama evli çiftin huzurlu olmadığını; Ken Bauderau’nun Marcelle ile mutlu olmadığını anlıyoruz.

Anlatıcı bizi ayakkabı tamircisi Herman Shultz ile tanıştırır. Yaşlı adam damadından, dolandırıldığından yakınır. Ancak yazar bu bölümü esas okuru Edith ile tanıştırmak için yazmış gibidir. Edith cin gibi, büyümüş de küçülmüş ergenlik döneminde bir kız çocuğudur. Yaşlı adamın incilden verdiği nasihata alayla cevap yetiştirir.
Edith ve Sabitha’nın arkadaşlığını görürüz. Johanna’nın Bauderau tarafından yazılan ilk mektubu yanlış yorumlayarak kendisiyle ilgilendiğini düşünmesi üzerine hizmetçi kadın bir umutla genç adama mektup yazmış, çocukluğunu, nasıl nerede büyüdüğünü anlatmışır. Edith ve Sabitha, Edith’in kurnazlığı sayesinde mektubu açar okurlar; asıl mektubu ortadan kaldırıp daha romantik, daha cesur yeni bir mektup yazarlar . Fakat bekledikleri yanıt Bauderau’dan gelmez. Bu kez Edith Bauderau’nun yerine Johanna’ya karşılık yazar. Johanna’nın bu aşk mektubuna karşılık yazacağı çekingen mektubu yırtacak yerine Sabitha’nın babasına Johanna’nın ağzından daha arzulu bir mekup yazacaklardır. Bauderau’dan karşılık gelir ancak sadece Sabitha’ya.Öykünün en ilginç bölümü bu mektuplaşma kısmıdır. Hem Johanna, hem Baudreau birbirlerinden gerçekte habersiz mektuplaşmaktadırlar. İlerde öğreneceğimiz üzerine aslında birbirlerinin yüzlerini görseler tanıyacak durumda değillerdir.

Edith ile Sabitha’nın ergenlikleri, kızların kendi aralarında cinsellik hakkında sohbetlerine tanık oluruz. Bu sohbetten sonra Ken’in ağzından Johanna’ya mektup yazdıklarında kadından karşılık gelmez. Sonradan öğreneceğimiz gibi Johanna mektubun içeriğini edep sınırlarında bulmuştur. Es kaza Sabitha’nın eline geçmesi durumunda kızın terbiyesini bozabilir!
Mektuplarda, hem Bauderau’nun hem Johanna’nın hem de Sabitha ve Edith’in kendilerine has dillerde konuşturulduklarına dikkat edelim. Ken Baudreau imzalı aslında Sabitha ve Edith tarafından yazılan son mektup gerçekten ara ara yetişkin bir adamın değil de çocuk yaşta kızların kaleminden çıkmış izlenimini verir:
“Acaba havada uçarak yanıma gelmiş olabilir misin, diye düşündüm.”
“(…) seni kollarımda sıkmayı ne kadar çok istediğimi düşünsen harika olurdu.”

Johanna’nın tren yolculuğunu tamamladığında, Ken Baudreau’yu hasta halde bulur. Kadın, artık sevdiği erkek için yakılar yapacak, ona ilaç içirecek, kıyafetlerini değiştirecek sonunda iyileştirecektir.
Yazar Johanna ile Ken Bouderau’yu buluşturduktan sonra öykünün çözümüne başlar.
(Burada okur olarak Ken Bouderau’nun Johanan’nın mektubuna neden karşılık vermediğini sormamız gerekiyor. Johanna’nın hislerine karşılık veremediği için yanıtlamamış olması olası. Johanna hasta adama bakıp onu iyi edince, bir de yanında az da olsa parası ortaya çıkınca adamın dikkatini çekmeye başlar.)

Bouderau’nun Johanna tarafından nasıl iyileştiğini izleriz. Burada anlatıcı bize kendi ağzından konuşup ‘gerçekleri’ söylemeye başlar.
“Ken Boudreau borç aldığı gibi vermeyi de adet edinmişti. Başına gelenlerin –bir başka deyişle kendi başına açtığı dertlerin- çoğu arkadaşlarına hayır diyememekten ötürü başına gelmişti.”
Hasta olduğundan değil, iyileştiğinde de Boudreau, Johanna’yı tanımayacak, sadece başlangıçta (ilk okumadığımız mektup) dostane bir mektup yazdığını hatırlayacaktır.
“Bu arada kadının kim olduğunu, ona cevaplamaya vakit bulamadığı dostane bir mektup yazmış olduğunu hatırladı. Mobilyalarını getirmek için geldiğini söylemişti oysa kendisi kimseden böyle bir şey istememişti. Mobilyaları istememişti zaten, sırf parayı istemişti.”

Şimdiye kadar karakterleri diğer karakterlerin gözünden tanıdığımız halde, finalde anlatıcı kendi ağzından gerçekleri söylemeye başlar. Böylece Boudreau hakkında şimdiye kadar yanıldığımızı fark ederiz. Aslında hayırsız kayınpederinin söylediği gibi hayırsız biri değildir Boudreau:

“Gübre fabrikasındaki işini de bir pazar günü kavgaya karışan ve yakalanıp tutuklanmaktan korkan bir arkadaşını almak için şirket kamyonuyla Amerikan sınırından geçtiği için kaybetmişti.”
“Sigorta şirketinden kovulmamıştı ama o kadar çok kere yok sayılmıştı ki, istifa etmeye zorlanmıştı adeta.”

Öyküdeki ironi Johanna ile Boudreau evlenince, bir DE üstüne Omar adlı bebekleri olunca doruk noktasına çıkar. Görünüşe göre olanlardan en çok Edith şaşırmış, rahatsızlık duymuştur. Öykü İncil’den alıntı ile son bulur. Johanna’nın sevgisi ile alay eden Edith ve Sabitha ile bu kez de kader alay eder gibidir:
“Sormamalısın, bilmemiz yasaktır, kaderin bana ya da sana neler sunacağını”

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

83 + = 90