yorgun düşlerinin ortağıydı her gece koynuna giren peri
bir demet ışık, bir tutam yaz yağmuru gibi
söner giderdi sabahın ilk ışıklarıyla gözlerinin feri
sonsuzluğa yaklaşırdın, yaklaştıkça kaybolan kentler gibi
***
küçük anlamsız kelimecikler kusuyorsun dışarı
benliğini parçalarken hayat
kendini yapıştırmaya çalıştığın hülyaların uçarı
tutunmaya çalıştığın her dal kuru, her yaşantı bayat
***
sonsuz oldun belki, sonsuzluğunda yok oldun
haykırırsın, şaşarsın, sesin sana yabancı
cevap gelmez sesine eğer boşluksa konuştuğun
yoğunlaşır içinde, sen ona saplandıkça acı
***
içine düşsen de fark etmez, çarpmaz yere bedenin
koşarken köreltilmiş algılarının yalnız yollarında
düşersin kalkarsın kabuk kabuk dizlerin
çocuk ellerin var ve yaşlı bir kalp yanında
***
sarılırdın umarsızca yorgun düşlere
sonsuzluğuna uyandığın günden beri
hıçkırıklarında saklıydı elem ve gaile
ufak çiçek yaraları gibi açardı zihindeki peri
***
sınırları olmayan bir evren yaması seninki
sen indikçe dibe günden güne büyüyen
çevreni saran bir feryat girdabı gibi
her yeni doğurduğun çocuğunu çürüten
***
yasa bürünen aslında sen değilsin
hasletini saran kara!
korumasız, düşlere dalan fersiz gözlerin
nefeslerin titrek, içine çektiğin hava
***
çiçek yaralarında saklı boşlukların
adımların ihtiyatlı korkak
ortasındasın sanki tüm yaşanmışlıkların
bir adım ileriyi düşlüyorsun dengeyi bozarak
***
yuvarlanırken aslında kımıltısız, durağan
cisimleşmiş dehşetinin zulmetine
binlerce parçasın, açıp ardından solan
sen de tek mevsim kış, gündüzlerin hep gece