Edebiyat

ERİMEYEN KARDAN ADAM

Ayakları mavi çizgili yorganın dışında kalmış küçük çocuk yorganın altında iyice büzüşmüş; dertop olmuştu. Ağzının kenarından sızan küçük damla yastığa doğru ince bir yol çizdi. Gece geç saate kadar beklediği eşsiz kristallerden biri açık pencereden içeri süzüldü; kızarmış burnun ucuna kondu. Çocuğun dudakları bu hafif, serin dokunuşla yukarı kıvrıldı.

Üzerine oturduğu pofuduk  kar tanesiyle birlikte beyazın daha önce hiç görmediği  yedi tonundan oluşan gökkuşağının üzerinden kaymış; ucu bucağı olmayan pırıltı havuzuna düşmüştü. Burada pırıltıların tadına bakmış, ne kadar da tatlı olduklarını keşfetmişti. Neredeyse ağabeyiyle yediği, ağızda patlayan şekerler kadar lezizdi bunlar. Biraz ilerledikten sonra buzdan örümceklerle karşılaşmıştı. Örümcekler havuzdaki pırıltıları kullanarak ince, uzun buz iplikleri yapıyor; sonra da bunları eşsiz kristallere dönüştürüp havuzdan aşağı yeryüzüne bırakıyorlardı. Öyle hızlı çalışıyorlardı ki, düşen kar tanelerini takip etmek imkansızdı. O da düşen kristallerden birinin üstüne atlayıp yoluna devam etti. Uzun süre düştükten sonra turuncu, uzun bir yolun üzerine kondular. Yol beyaz duvarın önünde son buluyor; sağda ve solda  iki büyük, siyah kapıya açılıyordu. Kar tanesinden  inip yürümeye başladı çocuk. Kapıların ardında ne olduğunu çok merak etmişti; ama üstüne birden inanılmaz bir  yorgunluk çöktü. ‘’Asla varamayacağım kapılara.’’  Olduğu yere yığılıp kaldı. Aynı anda siyah kapılardan biri açıldı ve ardından sarışın bir çocuk çıktı. Yüzünü göremiyordu; ama nedense abisi olduğunu düşündü onun. Abisi el sallıyor onu yanına çağırıyordu. Ama  çocuk gözlerini zor açık tutuyordu. Daha fazla dayanamayacaktı. Yere uzandığı an turuncu sert zeminden çok  tanıdık bir koku geldi burnuna. Gülümsedi, ‘’Bir adın var mı?’’ Uyku onu bambaşka bir dünyaya götürmeden önce tek bir şey duydu; ‘’Curcino.’’

Gözlerini açtığında önünde uçuşan beyaz noktaların ne olduğunu anlayamadı önce. Başını kaldırıp odaya baktı. Gece açık bıraktığı  pencerenin altında duran abisinin boş yatağı, beyaz yumuşak bir örtüyle kaplanmıştı. Daha önce gördüğü beyaz örtü gibi korkutmadı onu. İçi havada dolaşan kar tanelerinin aksine sımsıcak oldu. Yatağın üstünde zıplarken, yüksek kahkahası annesinin kulağına kadar gidiyordu.

Kahvaltıda hiç zaman kaybetmedi. Bir yandan yağlı ekmeğini ağzına sokuyor, bir yandan da boynuna atkıyı doluyordu. Tamamen hazırlandığında masadaki tüm zeytin çekirdeklerini cebine atıp çıktı dışarı. Her yer bembeyazdı. Neredeyse dizlerine kadar geliyordu kar. Evin arkasına, odasının baktığı tarafa  koştu hemen. Ayağının altında ezilen karların sesi çok hoş geliyordu kulağına. Gırc gırc gırc…

Penceresinin karşısında durdu. ‘’İşte burası harika! Akşamları penceremden görebilirim onu.’’ Ellerini kara daldırıp, bir araya yığmaya  başladı karları. Kardan adam şekillendikçe, çocuğun parmak uçları, burnu hissizleşip kızarmaya, sarı saçları ince beyaz ipliklere dönmeye başladı. Ama her şeye rağmen çok mutluydu çocuk. Çünkü en güzel kardan adam duruyordu karşısında. İki küçük zeytin gözleri parlıyor, uzun havuç burnu tatlı tatlı kokuyordu. Yine zeytinden kocaman ağzı merhaba diyordu sanki.

‘’Curcino,’’ dedi. ‘’Senin adın Curcino olacak.’’ Zeytinler kıpırdadı, ‘’Evet, öyle zaten.’’ Çocuğun gözleri şaşkınlıkla açıldı. Karşılık alacağını düşünmemişti hiç. ‘’Sen, sen konuşabiliyor musun?’’ ‘’ Elbette,’’ dedi kardan adam. ‘’Bana bir ağız yaptın öyle değil mi? Ayrıca seni görebiliyorum ve en önemlisi hissedebiliyorum.’’ O an  çocuk uzun zamandır beklediği birine kavuşmuş gibi sarıldı ona. Ne şaşkınlığı kaldı ne korkusu. Akşama kadar durmadan konuştular, kartopu oynadılar, birbirlerine hikayeler anlattılar.

‘’Ah Curcino! Sen hayatımda gördüğüm en güzel şeysin,  biliyor musun? Sesin yumuşacık içimi ısıtıyor. Öyle tanıdık bir hissi var ki. Beni hiç bırakma Curcino, olur mu? Sen gelene kadar çok yalnızdım.’’

‘’Hayır,’’ dedi Curcino. ‘’Yalnız değildin. Ben hep seninleydim ve her zamanda seninle olacağım.Hem annen de var. Onunla daha çok vakit geçirmelisin. Hadi git şimdi. Pencereden devam edelim. Hava iyice soğudu.’’

‘’Tamam, Curcino. Ama seni hiç yalnız bırakmayacağım bunu bil! Her gün geleceğim buraya, uyuyana kadar pencerenin önünde duracağım. Gitmene izin vermeyeceğim.’’

Bekledi de. Her gün, her gece  kar taneleri artık eskisi kadar sık düşmeyene; beyaz örtü yavaş yavaş toprağın altına süzülene dek bekledi. Curcino küçücük kalıp pencerenin denizliğine taşınması gerekene  kadar  bekledi. Curcino her seferinde, ‘’Uyu,’’ dedi. ‘’Geç oldu. Artık uyumalısın.’’

Pofuduk kar tanesinin üstünde, yine turuncu yola doğru süzülüyordu. Ayakları yere basınca, ‘’Curcino,’’ dedi. Onu bütünüyle göremese de o olduğunu biliyordu. ‘’Seninle bugüne kadar her şeyi paylaştık öyle değil mi? Her şeyi anlattım sana. Hiçbir şeyi saklamadım.’’

‘’Evet,’’ dedi Curcino. ‘’Ama saklasan da bilirdim  zaten. Sana söylemiştim bunu. Şimdi de bana kızgın olduğunu biliyorum. Sana yalan söylediğimi düşünüyorsun.’’

‘’Evet, yalan söyledin bana! Hep benimle olacağını söyledin. Ama gün geçtikçe eriyorsun işte. Belki sabah kalktığımda bulamayacağım seni. Üstelik benden sakladığın biri var içinde. Geçen sefer kaçmıştı benden. Neden hepiniz terk ediyorsunuz beni? Neden buradaki gibi büyük değilsin artık?’’

‘’Küçük sersem,’’dedi Curcino. ‘’Sana asla yalan söylemedim. Ben hep seninle olacağım, abin de öyle. Bu kadar büyük olmamamın sebebi de sensin. İçindeki sevgi ne kadar büyürse ben de o kadar büyürüm. Ayrıca bizi her zaman görmen gerekmiyor. Sadece hissetmen yeterli. İşte tam buranda.’’

Tek bir kar tanesi gelip göğsüne, tam kalbinin üstüne kondu. Çocuk içini acıtan o boşluk duygusunun kaybolduğunu, yerine sıcacık hafif bir ağırlığın  göğsüne yerleştiğini hissetti. Siyah kapılardan biri yavaşça açılıp ona geçmesi için yol verdi.

Tekrar gözlerini açtığında abisinin yatağında yatıyordu. Kalkıp pencereyi açtı. Curcino artık çok küçülmüş; avucunun içine sığacak hale gelmişti. ‘’Günaydın,’’ dedi. Sesi de çok kısık geliyordu. O anda harika bir fikir geldi çocuğun aklına. Curcino’yu alıp mutfağa koştu. Sandalyeyi buzdolabının önüne çekip üstüne çıktı. Buzluğun kapağını açtı ve dikkatle yerleştirdi Curcino’yu. Ağlamak istemiyordu. Ama yine de gözlerinin dolmasını engelleyemedi. Curcino’ya son kez gülümsedi. Hiç kırgın değildi ona. Onu ve abisini nerede saklaması gerektiğin öğrenmişti. Sözleştiler. Yeniden ilk kar tanesi düşünceye dek, görüşmek üzere…

Ezgi Orhan

Poe’nun dehşetengiz öykülerinin karanlığı ile Miyazaki’nin rengarenk ve duygu dolu dünyasının arasında kalmış, yolunu bulmayı çok da umursamayan kayıp bir ruh. Neden yazar, neden çizer? Çünkü konuşmayı sevmez, anlatmayı da sevmez; ama hayal etmeyi sever. Gerçekleştirmeyi umursamadan hayal eder. Bunları da kağıda döker. İleride ait olamadığı bu dünyadan kaçıp Neverland’a yerleşmek, kitapları ve boyaları ile sonsuza dek mutlu yaşamak istemektedir. Ama şimdi katılması gereken bir karnaval var.

YAZAR HAKKINDA

Ezgi Orhan

Poe’nun dehşetengiz öykülerinin karanlığı ile Miyazaki’nin rengarenk ve duygu dolu dünyasının arasında kalmış, yolunu bulmayı çok da umursamayan kayıp bir ruh. Neden yazar, neden çizer? Çünkü konuşmayı sevmez, anlatmayı da sevmez; ama hayal etmeyi sever. Gerçekleştirmeyi umursamadan hayal eder. Bunları da kağıda döker. İleride ait olamadığı bu dünyadan kaçıp Neverland’a yerleşmek, kitapları ve boyaları ile sonsuza dek mutlu yaşamak istemektedir. Ama şimdi katılması gereken bir karnaval var.

Bir Yorum Yazın

+ 74 = 80

6 Yorum