İncelemeler

Tezer Özlü – “Çocukluğun Soğuk Geceleri” Kitap İncelemesi

 

Güzel kadın, güzel kadın, her gün seni anmak, içimde yaşatmak dileğiyle…
Sözleriyle ruhuma yoldaş, canım Tezer.
8 Mart 2021 anısına…

İstanbul Üniversitesinde psikoloji lisansı okurken, ergenlik patolojilerini anlatan hocam “Çocukluğun Soğuk Geceleri”ni okumalısınız demişti. O zamanlar sanıyorum ki 3. sınıftaydım. Stajlar, bitirme projeleri ile uğraştığım dönemde okunacak onca makale, kuramsal içerikli kitap, vaka analizleri varken kitap okuma alışkanlığımı uzun süre rafa kaldırmıştım. Yine de internette Tezer Özlü’yü araştırmış ve bazı kısa hikâyeleri ile dönem gazetelerine yazdığı bazı yazılarını okumuştum. Hem üslup olarak hem de içerik olarak kendime yakın bulduğum yazarlardan biri olmuştu. Tezer Özlü mutlaka ‘tanışılacak’ olan yazarlar listeme girmişti. Doğduğum yıl vefat etmiş olan biri ile tanışma arzusu garip mi? Bir insanı tanımak için illa karşılıklı oturup çay içmek gerekmiyor; ama yaşasaydı beraber çay içip sohbet etmenin hayali bile güzel. Bir takıntım var, kendime yakın gördüğüm yazarlarla tanışıklık hissini yaşamak için o yazarın eserlerini kronolojik olarak okumam gerekiyor. Bu şekilde düşüncelerinin evrimini takip edebiliyorum. Bir insanı tanımak için düşüncelerini takip etmek daha anlamlı geliyor.

Hocamın tavsiyesinden birkaç yıl sonra Tezer Özlü ile tanıştık. Ben çay içtim o bana çocukluğunu anlattı. Ben bir sigara yaktım o kendisini delirme noktasına getiren anıları önüme döktü. Ağladım. Bana şizofreni kokusunu tarif etti.

“Bazı kitaplar, gerçek yaşamdan daha duyarlı, daha büyük boyutlara götürüyor beni,” dedi. “Öyle,” dedim. Dostoyevski’den, Turgenyev’ten, Çehov’dan sohbet ettik. Guguk Kuşu’nu tartıştık.  La luna es o es şarkısını söyledi. Dinledim. Ölümden bahsettik. “Ölen bir insanı gerçekten bir kez daha görebilir misiniz? Ölen bir okula gidebilir misiniz? Ölen bir evde uyuyabilir misiniz? O yıllar öldü,” dedi. Kendi içimde öldürdüklerimi düşündüm.

Düşünce akışı hızlandı. Her şeyi parlak sıra dışı bir güzellikte görmeye başladı. Daha az uyuyup daha çok sevdi insanları. Sonra “Öldürecekler beni,” dedi. Sokağa fırladı. Arkasından koştum. “Büyük bir coşku ile başlayan hastalık, yerini büyük bir durgunluğa bırakıyor. Bu dayanılmaz sessizlik ve isteksizlik, eylemsizlik ne? Uyanır uyanmaz saplantılarla başlıyor gün. Yataktan hiç çıkmıyorum. Duyduğumu, okuduğumu, gördüğümü kavrayamıyorum,” diye anlattı.

Kliniklerde, hastanelerde bir hayalet gibi peşindeydim. Acı çekti. Oradaydım. Elektroşoka her yattığında elini tuttum. Bir keresinde şokun tam ortasındaydı. Sadece ‘öncesi ve sonrası’ olması gereken bu yaşantının tam ortasında, beynindeki elektrik dişlerindeki dolguları titretirken, düşündüklerini söyledi. “Yine de ölmeyeceksin,” dedim. Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde sadece bir kere gördüğüm elektroşok uygulamasını anlattım ona. “Buradan bir pelte gibi çıkartacaklar vücudunu. Deli gömleği ile bağlayacaklar seni yatağa. Uzun süre uyuyacaksın. Uyanmak için çabalamazsan kimse iyileştiğini düşünmeyecek. Midende eriyen bir hapın, beyninde gezinen elektriğin tek başına faydası yok. Uyanmaya değecek bir şeyler olmalı hayatında,” dedim. “Uyanmak, çıldırmak demek. Uyanmamalıyım,” diye diretti. Midesi, bağırsakları ve diğer iç organları içinden kopup yere döküldüğünde de yanındaydım. Taburcu edildiği gün “Bu kapıların ardına bir kez daha dönmeyeceğimi biliyorum. Böylesi bir sefaleti hiçbir zaman yaşamayacağım. Direnmeliyim. Beni iyileştiren ne şok. Ne de ilaçlar. Beni iyileştiren bu kliniklere bir kez daha kilitlenme olasılığının verdiği büyük ve derin korku,” dedi. Gülümsedim. Sonrası… Sonrası dolunay.

Ve hep, hep kalbimde olan güçlü bir kadın, canım Tezer.

 “Dipdiri kalmış bir sevgi…  Yıllar … duygularıma yön vermiş. Güzelin, bir insanı sevmenin, bir insanın tenini okşamanın, bir insanla birleşmenin kutsallığını, bu kutsallığın tadına varmayı öğretmiş bana. … Birbirimizden hep uzağız. Her gece birlikteymiş gibi yatıyoruz. Hep birlikte olmak ister gibi yatıyoruz. İki insanın birleşmesindeki sonsuzluk özü olmalı insan yaşamının. Özü olmalı güneşin … Bizi saran sıcaklığın. Soğuyan gecelerin. Ve geceleri bürüyen yıldızların. Ve dolunayın …. İki insanın sarılarak geçirdiği bu sarsıntı özü olmalı evrenin. Sonsuza dek varan, var eden, yaşatan, yaşamı ileri çağlara doğru devreden bu birleşme…”

Gizem Ozan Aslan

En sevdiği çiçek yasemin olan kadın, gecenin sessizliği içinde yazıyordu. Yarayı ve izi… Zamanı ve yansımayı… Bazı kelimelere fena takıntılı, karakterleri hezeyanlı, deliliği düş ile değiş tokuş ediyordu. Kendini bildi bileli…

YAZAR HAKKINDA

Gizem Ozan Aslan

En sevdiği çiçek yasemin olan kadın, gecenin sessizliği içinde yazıyordu. Yarayı ve izi… Zamanı ve yansımayı… Bazı kelimelere fena takıntılı, karakterleri hezeyanlı, deliliği düş ile değiş tokuş ediyordu. Kendini bildi bileli…

Bir Yorum Yazın

8 + 2 =

9 Yorum

  • sevdiğimiz yazarları, düşüncelerinin evrimine şahit olmak için kronolojik olarak okumak, muhteşem bir fikir 🙂 Tezer, hala tüylerimizi diken diken ediyor. Teşekkürler

  • Özellikle yapıyorsun bunu. Sen de beni Tezer Özlü gibi aldın, tuttun fırlattın. Bu kadar canlı yazmanı çok seviyorum biliyorsun. Kalemine sağlık canım. Çok beğendim.

    • Senin de içten, capcanlı yorumların bana güzel bir yolda olduğumu hatırlatıyor. Teşekkür ediyorum. 🙂

  • Ne güzel anlatmışsın melankoli kraliçesini. Senin gözünden görmek güzel bir deneyim oldu.