Edebiyat

Bekârlık: Sultanlık mı Soytarılık mı?

Sarıdoğan Üniversitesi

Aile Danışmanlığı ve Eğitimi

Yüksek Lisans Programı

Bekârlık: Sultanlık mı Soytarılık mı?

Evlilik müessesesinin ortaya çıkışı ve toplumsal faydaları

Yüksek Lisans Tezi

Hazırlayan: Abbas Canikligil

Danışmanlar: Oğuz Atay, Giovanni Papinni

“İnsan enerjisini yaşamı boyunca neye harcar? Gökdelenler yapmaya mı? Ordular kurmaya mı? Çevre kirliliğine, adaletsizliklere, Hiçbirine.  şu kısacık ömründe ecdadından çözmesi gereken yığınla sorun devir almışken, hepsini görmezden gelir, maddi ve manevi tüm gücünü sevmek ve sevilmek peşinde koşarak tükettir. Yalnızlık nimetini kasırga sayar. Üstelik yalnızlıktan korunmak için karşı cinsin şefkat şemsiyesinin altına sığınır.”

Samet Yılmaz (1946-2005)

Abstract:

The aim of this project is to examine how first marriage is performed in history, benefits of this fellowship Evolution of Züzük ( from a wire to a golden ring) is examined. Turkish Savant Kutad-Tigin is also introduced to readers. It is noteworthy that marriage is one of the most  influential inventions and is continuing to designe our behaviours, cultures, physcology, economy and politics. As a result of the research it is seen that marriage is not only a comfort zone for both individual sexes, it a must for human beings.

İÇİNDEKİLER

  1. Evlenme yetisi
  2. Tarihte ilk Evlilik, Hakan Kutad Tigin
  3. Karanlık Yüzyıl (Black Century)
  4. Büyük mucit İbn- Kamil ve züzüğün icadı
  5. Evliliğin faydaları
  6. Gençlere bir çift nasihat
  7. Bekarlık sultanlıktır yalanı
  8. Teşekkür

 

  1. Evlenme yetisi

Başlangıçta söz yokken, aşk ve sevgi bilinmezken evlilik hep insanoğlunun aklının bir köşesinde vardı. Yazının, tekerleğin ve hatta ateşin icadından önce insanoğlu sevdiği, arzuladığı kişiyi elde etmenin, onu ölene dek yanında tutmanın yollarını aramıştır.

Tarihe toplumun penceresinden bakarsak savaşları, bireylerin penceresinden bakarsak evlilikleri görürüz. Evlilik, bu yazıda açıklayacağımız gibi insanın doğasında vardır. İnsan dediğimiz aciz varlık dünyaya geldiğinden beri evlenmeden duramamıştır. Adı farklı da olsa bir kadın ile erkeği ölene dek birlikte yaşatabilme hayali, insanoğlunun en temel ülkülerinden biri olmuştur. Bu bağlamda evlilik kurumu devlet kurumu ile birlikte ortaya çıktı demek, yediğimiz yemekler davlumbazlar, mermerit tezgâhlar, lake mutfak dolapları üretildikten sonra ortaya çıktı demeye benzer.

Pek çoğumuz farkında olmasak da evlenme becerimiz yazı yazmak, ud çalmak, sayı saymak gibi bizi hayvanlardan ayıran temel özelliklerimizden biridir; zira siyam kedileri, kerkenezler, foklar ve sincaplar bizim gibi evlenmezler; gelinlik giymez, düğünde halay çekmezler. Evlenme eylemi bizim sağlıklı, çevresindekiler ile uyum içinde yaşayan, işten eve evden işe giden, ülkesine ve topluma faydalı birey olduğumuzun; şizofren, pedofil, zoofil, nekrofil, ürofil olmadığımızın da çevremize resmi yoldan beyanıdır.

B)Tarihte ilk evlilik Hakan Kutad Tigin

Doğrusu o kadar alçakgönüllü bir milletiz ki, tarih boyunca dünya kültürüne kazandırdığımız değerlerin kendimiz bile farkında değiliz. Çoğumuz atı ilk evcilleştirenin, bulgur pilavı ve yoğurdu icat edenin Türkler olduğunu bilir. Fakat ne yazık ki evlilik müessesini kim icat etti diye soran oldu mu ya suspus olur ya da adres olarak yine batıyı gösteririz. Biz kendi geçmişimizi bilmezsek geleceğimizi neyin üzerine inşa edeceğiz?

Anglosakson literatüründe bize tarihte yazılı ilk evliliğe Sümer tabletlerinde rastladığımız söyleniyor. Maalesef eğitim sistemimiz de öğretilen bu. Oysa evlilik kurumunu Orta Asya’da Türkler, Sümerlerden binlerce yıl önce keşfetmişlerdi. Bir grup İtalyan antropoloğun Moğolistan’ın Şiveet Ulan bölgesinde yaptıkları kazılar bu bağlamda ufuk açıcıdır. (Bkz: Kaza kaza Anadolu; Tarih ve Antropoloji Dergisi  23 Şubat 2006, Sayı 53 )

Peki bize bu kazılar ne söylüyor? İlk Türk Devletleri hükümdarlarından olan Hakan Kutad-Tigin’in mezarı açıldığında gördük ki hakan ile hatun yan yana gömülmüştü. Kazıda dikkat çekici olan iskeletlerin el ve ayak bileklerinin üst üste, birbirlerine neredeyse kaynamış halde olduğudur. İtalyan antropologlar bunun ancak maydanoz sapı gibi ip yerine kullanılan gereçlerle mümkün olduğunu söylüyorlar. Bu da bize gösteriyor ki o yıllarda erkek ve kadın evli çiftler ölene kadar ayrılmamak için günlük yaşamda birbirlerini bu şekilde el ve ayak bileklerinden bağlıyorlardı.

Elbette bugünden bakınca bu yöntemin hükümdar ailesi için pek çok zorluğa sebep olduğu aşikârdır. O dönemde ücretli işçilik gelişmediğinden ve Türkler tarihte hiçbir zaman köle olmadıklarından herkesin kendi işini yaptığını varsaymak yerinde olacaktır. Hakan Kutad Tigin’in karısı Konçuy Katun çocukları emzirirken, tencerede buğday ve arpa kaynatırken ya da kocasının yeni avladığı geyiğin derisini yüzüp akşam için fırına sürmeye hazırlarken erkek hep yanında olmak zorundaydı. Bilmukabele Hakan Kutad Tigin de at sırtında tavşan kovalarken, bal toplamak için çam ağaçlarına tırmanırken, yemeğin yanında suyunu sıkıp içmek için böğürtlenleri toplarken Konçuy Katun’un hep yanında olması lazım geliyordu.

İşte bu zorluğun aşılması için birkaç binyılın geçmesini, Anadolu topraklarında büyümüş başka bir Türk-İslam büyüğü olan Ibn- Kamil’i beklemek gerekecekti.

  1. Karanlık Yüzyıl (Black Century)

Şimdi dilerseniz İbn- Kamil’in yaşadığı yüzyılda Avrupa ve Anadolu’daki toplumsal yaşama, kadın erkek ilişkilerine kısaca göz atalım ve büyük dehanın ortaya çıkışını sağlayan koşulları anlamaya çalışalım.

Şüphesiz  14. Yüzyıla geldiğimizde teknoloji de göreceli olarak ilerlemiş, insanoğlu madenleri işlemeyi öğrenmiştir. Haliyle kadın ile erkeği bileklerinden birbirine bağlama şekilleri de değişiklik göstermiştir.  Bakırı ve çeliği işlemeye başlayan insanoğlu metali ezmek sureti ile şeritler haline getirmiş, bu şeritleri ince ince keserek kalın telleri imal etmiştir. Bu bakır teller pek çok Avrupa ülkesinde evli çiftlerin yüzük parmağına takılarak genç çiftlerin ilelebet birlikte yaşamaları amaçlanmıştır.

Ne var ki bu ilkel tel yüzüklerin kullanımında da pek çok zorluk ile karşılaşılması kaçınılmazdı. Zamanla kimi bünyeler bu tellere karşı alerjik reaksiyonlar gösteriyor, egzama benzeri cilt hastalıkları ile çiftler sıklıkla karşılaşıyordu. Aşklarının büyüklüğünü göstermek isteyen yeni evli çiftler bu “nikâh tellerini” daha sıkı bağlıyor, bunun sonucunda el ve ayak bileklerinde morarmalara, su toplamasına, çeşitli iltihaplara hatta kangren gibi daha ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyordu. Nikâh tellerinin neden olduğu bu komplikasyonlardan ötürü yaklaşık yarım yüzyıl boyunca Batı Avrupa’da bilhassa iklimin daha sıcak geçtiği İspanya, İtalya, Yunanistan, Hırvatistan gibi Akdeniz ülkelerinde pek çok çiftler tel yüzük takmaktan korktuğu için evlilikten kaçınmış, sonucunda nikâhsız birliktelikler artmıştır. Bu dönem Avrupa’da Karanlık Çağ (Black Times) olarak anılır.

Karanlık Çağ’ı Avrupa’nın fetret devri olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. Ahlaksızlıkların arttığı bu dönem yaklaşık 80 yıl kadar sürmüştür. (1340-1423) Bu dönemde yeni aileler kurulmadığı gibi pek çok aile de yıkılmıştır. Kumar her köşe başında oynanan, bilmeyenin ayıplandığı bir zihin ve talih sporu haline gelmiştir. Sokak başları kırmızı ışıklar ile donatılmış, her mahalleye dörder beşer randevu evi açılmış, fuhuş yaygınlaşmış sudan ucuz hale gelmiştir. İçki tüketimi artmış, her türlü meyveden, sebzeden üretilir olmuştur. (Meyve kokteyllerinin ve çoğu likörün ortaya çıkışı bu döneme rastlar) Zina halka açık ulu orta alanlara; parklara, kilise avlularına, okullara kadar sızmıştır. Veledi zinalar ortalığa saçılmış,  bu sahipsiz çocukların içinde şanslı olanları (ki sayıları pek azdır) yetimhanelere yerleştirilmiş, pek çoğu enik misali sokaklara salıverilmiştir. Sokaklar kimsesiz çocuklarla dolup taşmaya başlayınca suç oranları artmaya başlamış, bu kez sevgiden ve şefkatten yoksun Batılı zihniyeti bu çocukları ya ormanlara, yırtıcı hayvanların yanı başına bırakmış yahut da at arabaları ile şehirden kilometrelerce uzaktaki sarp dağlara taşımış, orada uçurumdan aşağı atıverip akbabalara yem etmiştir.

Yukarıda anlattıklarımıza ülkemizde hiçbir tarih kitabında rastlayamıyor oluşumuz bize dayatılan Batı seviciliğinin ne boyutlara tırmandığının sadece küçük bir göstergesidir. İşte bize medeniyet diye öğretilen Avrupa dünyasında kadınlar ancak cinsel nesne olarak değer görüyorlardı.  Ahlaksızlık bacalardan, kapı altlarından evlerin en dip köşelerine kadar sızmış, halk bu kirli çamura boğazına kadar batmış durumdaydı. Hâlbuki aynı yıllarda Anadolu köylerinde erdemin, faziletin, iffetin meltemi esiyordu.

  1. Büyük mucit İbn Kamil

İbn Kamil Orta Anadolu’da o zamanlar bir Konya’ya bağlı olduğu tahmin edilen Sürmene adlı nahiyede doğmuştur. Dedesi tavda demir döven becerikli bir zanaatkâr, babası ise tanınmış nalbanttı. İbn Kamil’in babasının sadece at ve eşek gibi tek toynaklı hayvanları değil, çift toynaklı inekleri, koyunları hatta arkadaşları ile ormana ava gidip yakaladıkları geyikleri, yaban domuzlarını bile nalladığı, çeşit çeşit nal tasarımları geliştirdiği ve namını komşu illere kadar duyurduğunu pek çok tarih kitabı yazmaktadır. Ne yazık ki bu çalışmaların hiçbiri günümüze ulaşmamıştır.

İbn Kamil’de doğuştan zanaatkâr bir gençti ancak dedesinden ve babasından farklı olarak kendini sadece ticari değil beşeri alanlarda da geliştirmek istiyordu. Arkadaşları çember çevirirken, üç taş, beş taş oynarken, değirmenlerin altından akan derede kayık yüzdürürken Kamil annesi ve ablası ile birlikte tarlada buğday eken kadınlara yardım eder, kadınların sohbetlerine katılır, akşam oldu bu büyük adam, babası ile kahveye gider orada da dedikodu dinlerdi.

İbn Kamil’in babası katı, sert mizaçlı bir Osmanlı tüccarıydı. Oğlunun nalbantlığa devam etmesini, mesleğinde yükselmesini ve zamanı gelince evlenmesini istiyordu. İbn Kamil’in ise hayata bakışı babasından pek çok noktada farklıydı. O babası gibi hayvanları nallamak istemiyordu. Klasik evlilik fikrine karşı çıkıyor, karı koca çiftlerin baston misali yirmi dört saat birbirileri ile yan yana gezmelerini kabul edemiyordu.

Okul bittikten sonra hat sanatı ile ilgilenen Kamil, babası ile birlikte cami duvarlarına desenler işlemiş, sureler yazmıştır. Ardından yaklaşık bir sene kadar dövmecinin yanında çalışmış, savaşa giden askerlerin yüzlerine, ellerine dövme yapmıştır. Ünlü mucitin bu dönemde züzük fikrini geliştirdiği tahmin ediliyor. Nitekim nalbantlık için babası onu yanına çağırdığında Kamil gönülsüz de olsa kabul etmiştir. Gündüzleri hayvanları nallamış ancak gece olduğunda da atölyede gizli gizli çalışmış, kadın ve erkeğin parmaklarına yakışacak züzük modelleri tasarlamıştır.

Her ne kadar Anadolu hoşgörünün adresi olsa da İbn Kamil’in fikirlerinin yaşadığı döneme göre “fazla özgürlükçü” olduğunu okurlarımıza hatırlatalım. İbn-Kamil toplumun bir anda tepkisini çekip çocukluğundan beri yaşadığı nahiyeden kovulmayı göze alamazdı. Kamil’e göre yeni buluşunu kimseye zorla dayatmasına gerek kalmayacaktı. Halk değişimi “satın alacaktı.” Arkadaşı Raşit-el Samet’e şu sözleri söylemiştir: :

“Değişim çok yakın, Raşit! Fırtınadan önce esen lodosu hissetmiyor musun? Bir kadın hareketi geliyor! Toplum değişecek. Toplumsal dönüşümü ben başlatmayacağım. Kadınlar bu dönüşümü benim yerime yapacaklar. Ben sadece züzük satacağım, hem para kazanacağım hem de dünyayı değiştireceğim!”

İbn Kamil bu aykırı fikirlerini sadece yakın gördüğü, kendisiyle benzer politik, toplumsal fikirlere sahip arkadaşları ile paylaşıyor; ulu orta kahvehane sohbetlerinde bu konulara hiç girmiyor, klasik evlilik fikrini benimsemiş görünüyordu.

Bugünkü nikâh yüzüğünün temellerini İbn Kamil’in bu küçücük atölyede attığını söylemek hiç de abartı olmayacaktır. Kamil’in züzükleri som altındandı. Kamil sabahlara elinde kara kalem; üçgen, yıldız, kare gibi çeşitli desenlerle kaplı, oymalı, kabartmalı, yaldızlı işlemelerle yüzlerce farklı züzük modeli tasarlıyordu. Bu züzükleri sadece Avrupa’da kullanılan, yüzük parmaklarına bağlanan tellerin kalın metallerden yapılmış versiyonları olduğunu söylemek İbn-Kamil’e haksızlık etmek olur. Züzüğün atalarından en büyük farkı, parmakları birleştirebilen aparatın bir vida yardımı ile istendiğinde ayrılabiliyor olmasıydı. Kamil züzüklerin satışına başlayınca küçük birer tornavida da müşterilere hediye etmeye başladı. Bu tornavida nikâh esnasında züzük ile birlikte damat tarafından geline veriliyordu. Bu sayede gelin evlendikten sonra dilediği zaman vidayı sökebiliyor, kocasından züzüğünü ayırıyor, çarşıda, pazarda özgürce gezebiliyordu. Elbette parmağına bakanlar yine züzüğün olduğunu görüyorlar yani kendisinin evli bir kadın olduğunu anlıyorlardı.

İbn Kamil tasarladığı züzüklerle tahmin ettiğinden de fazla ilgi gördü. Çeşit çeşit züzük tasarımları gelinler tarafından ilgiyle karşılanıyor, Kamil’den züzük alıp da parmağına takan kızların havalarından yanlarına yaklaşılmıyordu. Hatta ileriki yıllarda pek çok kadın sırf o züzüklere sahip olabilmek için sevmediği erkeklerle evlendiğini itiraf etmiştir.

İbn-Kamil’in züzüklerinin ünü kısa sürede Anadolu topraklarından Arap Yarımadası’na yayılmıştır. O tarihlerde Portekizli gemiciler yaptıkları deniz aşırı yolcuklarda bugün Fas, Tunus, Cezayir olarak adlandırılan coğrafyada İbn Kamil’in züzüklerinden satın almışlar, bu şekilde züzükler İspanya üzerinden Avrupa’ya taşınmış, biçimi yıllar geçtikçe değişmiş, nihayet günümüzdeki alyanslara dönüşmüştür.

  1. Evliliğin faydaları

Evlilik fırtınadan teknenizi koruyan, denize ve sonsuzluğa açılmanızı sağlayacak güvenli bir limandır. Bu kurum iki kişinin birbirine karşı değil birbiri ile aynı takımda hayata karşı oynadıkları bir oyundur. Çocuklarının evlendiğini, çoluğa çocuğa karıştığını görmek her anne babanın en büyük hayalidir. Ebeveynler bilirler ki başında bir kadın olan erkek artık saat en geç yedide evde olmak zorundadır.

Evliliğin faydaları saymakla bitmez. İlk akla gelenleri kısaca şu başlıklar halinde sıralayabiliriz.

Bedene faydaları:

  • Kalp sağlığının korunmasına destek olur.
  • Tansiyonu düzenler.
  • Böbrek taşlarının oluşumunu engeller.
  • Ağız ve diş sağlığının korunmasına yardımcı olur.

Ruha faydaları:

1-Evli kimseler travmaları bekârlara oranla daha kolaya atlatırlar. Ruh halleri çoğunlukla dingindir. Depresyona daha az yakalanırlar.

2-Evli kimse artık masallarda anlatıldığı gibi “muradına ermiştir” Dolayısı ile bekârlara orana daha mutludur.

Topluma faydaları:

1-Evli kimse hayatının akışının bundan sonra değişmeyeceğinin bilincindedir. Kendini var etme kaygısını evli insanlar pek taşımadıkları gibi bekârlar kadar hayatın anlamını da sorgulamazlar. Evlilik oranı yüksek toplumlarda anarşi baş göstermez. Toplumda huzursuzluk ortaya çıkmaz. Erkek ise enerjisini işine, kadın ise çocuğuna verir. Bu da üreten, çalışan sorumluluk sahibi bir nesil anlamına gelir.

2- Evlilik saygınlık demektir. Evliler bekârlara göre toplumda daha fazla değer görürler. Tıka basa dolu bir belediye otobüsünde bir genç kız bir saat boyunca ayakta dikilmek zorunda iken yaşlı başlı adamlar kalkıp evli ve çocuklu bir kadına derhal yer verirler. Evli erkek çarşıya çıktığında, markette alışveriş ederken, bankada para çekerken hep “adam yerine” konur. Hatta bazı bekar kadınların evli erkeklere daha çok ilgi gösterdiği rivayet edilir.

Ülkeye faydaları:

1- Evli erkek ise enerjisini işine, kadın ise çocuğuna ve ailesine verir. Bu da üreten, çalışan sorumluluk sahibi bir nesil demektir.

2- Evli erkek saat en geç yedi olduğunda eve gelmek durumundadır. Pavyonlarda hır gür çıkarmaz. İçip içip parklarda kusmaz. Otomobil sürerken trafik kurallarına uyar. Polisle tartışmaz. Kiracısı ile kavgaya tutuşmaz.  Sayılan sebeplerden ülkede daha az polis ve bekçi istihdam edileceği için devlet bütçesine katkı sağlanır.

  1. Gençlere bir çift nasihat

Sevgili gençler, mümkün olduğunca evli kişiler ile arkadaşlık edin. Evlendikten sonra ise bekarlarla mümkün olduğunca az görüşün, zira onlar sizin seviyenizde değillerdir. Onlardan kendinizi uzak tutmanız hem onların hem sizin iyiliği içindir. Eğer aptal değillerse sizin çevrenize girebilmek, sizin gibi toplumda yükselebilmek için bir an önce evlenmeleri gerektiğini anlayacaklardır.

Etrafınızdaki arkadaşları dikkatli seçin. Çevrenizde bekârlığa methiyeler düzen kimse varsa, size evlenmemenizi salık veriyorsa bilin ki düşmanınızdır. Siz pırıl pırıl gençlerimizin, “bekârlık sultanlıktır, özgürlüktür” düsturunu sakız gibi cak cak ağzında çiğneyen o sözde modern güruhtan kendini uzak tutacağından zerre şüphemiz yoktur.  O kendini pek modern, şehirli sayan sözde okur yazar kesime tavsiyemi gördüğünüzde, onlara şu pek cafcaflı kafelerden biraz uzaklaşmaları, köylerimizi gözlemlemelerini, sürüden ayrılan kendince kurnaz koyunların başına gelenleri anlatın. Onların evli olanları kıskandığını aklınızdan çıkarmayın. Ya yalancıdırlar, evlendim deyip gerçekte hiç evlenmemişlerdir yahut da huysuzdurlar, iki kişi ile aynı çatı altında yaşamayı becerememişlerdir. Her iki türden de fayda değil zarar gelir.

Şükürler olsun ki gençlerimiz akıllıdır. Çevreden duyduğu bir takım ipe sapa gelmez laflara değil kendi anne babasının, büyüklerinin sözünü dinlemeye eğilimlidirler. Şimdiye kadar anlattıklarımızdan bu üstün vasıfları olan evlilik kurumuna dâhil olmak için üstün gayret göstereceklerini pekâlâ söyleyebiliriz. Ancak yine de korkutmak amacı ile değilse de meraklarını gidermek için bekârların başına gelenlere de tezimizde kısaca değinmek istiyoruz. Bu gariplerin başına gelenleri anmaz isek yazımız eksik kalmış sayılacaktır.

İdeal evliliğin insanın gönülden sevdiği, âşık olduğu kişi ile yapması gerektiği salık verilir. Oysa bize göre bu pek yanlıştır. Evlilik cüzdanları birbirini zamanında canı gönülden sevmiş çiftlerin en resmi ağızdan belgeleridir. Oysa iki yıl sonra nasıl da birdenbire kanlı bıçaklı oluvermişlerdir değil mi? Demek ki insanlar gelip geçicidir. Aşk, sevgi gelip geçicidir. Oysa devletler, belediyeler, kurumlar bakidir.

Gönül ister ki gençlerimiz bekarlıktan korktuğu için değil, Ayşe’nin sarı saçı, Ali’nin kara kaşı kara gözü için de değil, evlilik kurumunu canı gönülden sevdikleri için evlensinler.

  1. Bekârlık sultanlıktır yalanı

Bu bölümde bekârlığın zararlarından kısaca bahsedeceğiz. Evliliğin faydaları saymakla bitmez demiştik oysa bekârlığın zararları evliliğin faydalarından kimi kaynaklara göre yedi, kimilerine göre elli yedi misli fazladır. Bekârlığın kadınlara zararları ehemmiyet derecesine göre şu şekilde sıralanabilir:

Bekâr kadına pek çok erkek rahat vermez. Sabah arayanı ayrı akşam başka olur. Kendi başına kalıp kafasını dinleyemez. Hem sanki ayıpmış gibi utanır da yalnızlığından. Özellikle yaşı geçkin pek çok bekâr kadının çarşıdan bir çift erkek terliği satın alıp kapısının önüne koyduğuna pek çoğumuz şahit olmuşuzdur. Bekâr kadın tatile giderken bavulunu tek başına arabaya taşımak zorundadır. Ağır eşyalarını taşırken omzunu incitebileceği gibi merdivenlerden inerken bavulla birlikte kapaklanıp düşebilir de. Seyahat esnasında sohbet arkadaşından mahrum kalacağı gibi otele gidene kadar arabayı saatlerce tek başına sürmek zorunda kalır.

Bekâr kadın, eğer tek başına yaşamayı seçmiş ise muslukların contasını kendi başına değiştirmek, ampul takmak için merdivene çıkmak, duvardan çıkan prizleri tek başına yerine oturtmak zorundadır. Şayet annesinin yanında yaşıyorsa bu kez sabahtan akşama kadar yaşlı kadının romatizma ağrılarını dinleyecek, cemiyetlerde ona eşlik edecek, yaşlı insanların karanlık dünyasına girerek kendi kendinin ruhunu çürütecektir. Kendisine şüphesiz evli kardeşleri tarafından pek çok görev verilecek, yeğenlerinin okula götürüp getirmesi, su ve elektrik paralarının günü gününe yatması, pazardan sebze ve meyve, fırından ekmek, kasaptan et alma işinin sorumluluğu hep ondan sorulacaktır.

Bekârlık kadınları yaralar, erkekleri ise öldürür. Erkek şayet sevdiği kadından ilgi görmezse hayatı kendine zindan edecek, arkadaş çevresinden kendini yalıtıp bir derviş misali yalnızlığına sığınacaktır. Kadın ona yüz verirse bu kez her yeni sabaha sevdiğini kaybetme endişesi ile uyanacaktır. Ruhu katiyen huzura eremeyecektir. Otobüs duraklarında bekleyen kadınlara ezbere bildiği yolların tarifini soracaktır. Kasiyer kızlarla iki çift sohbet edebilmek için gün aşırı markete alışverişe gidecek;  onlarda temiz, bakımlı bir erkek izlenimi uyandırabilmek için sepetini tıraş losyonları, duş jelleri ile dolduracaktır. Kasiyer kızların küçük bir gülümsemesinden teselli bulacak, ancak onlardan “işiniz bitti ise diğer müşterim ile ilgilenebilir miyim?” şeklinde tepki alırsa günü mahvolacaktır Teselliyi koşa koşa randevu evlerinde arayacaktır. Orda şefkat, romantizm, mutluluk bulacağını sanır. Oysa bulacağı, pişmanlık, eziklik ve frengidir. Hovardalığı sonunda tedavisi mümkün olmayan ölümcül hastalıklara yakalanacak sonunda hastane odalarında bağıra bağıra can verecektir. Şayet bir kadına gönlünü kaptırdığında İster istemez karşısına rakipleri çıkacaktır. Artık ya yaralayacak ya yaralanacak; ölecek ya da öldürecektir. Her halükarda sonu hüsrandır.

Şayet kadınlardan uzak durmayı başarabilirse hali daha da vahimdir. Bekar bir erkeğin evine gidin. Ne görürsünüz? Daire kapısını açtığınızda tiksinti verici bir koku ile karşılaşırsınız. Tuvalet kokusu, bayat yemek kokusu, çorap kokusu, küf kokusu, ter kokusu. Hepsi birbirine karışmıştır.  Süet, spor, kösele ayakkabılar; botlar, kar çizmeleri hepsi üst üste tuvaletin önüne yığılmıştır. Onların çamurunun eve nüfuz etmesini önleyen yere serilmiş gazete ıslanmıştır. Yırtıktır. Çilek reçeli mutfak masasının üzerine akmış, çevresine üşüşen karıncalara ziyafet sunmaktadır.  Tezgahtaki ekmek dilimlerine elma kabukları, tırnak makası, 4 lük alyan anahtarı eşlik eder. Çekyatın üzeri simsiyahtır. Yağ ve kir tabakasından neredeyse kumaş görünmez hale gelmiştir. Kardeşimiz hayatından bezmiş, gecesi gündüzüne karışmıştır. O artık yaşarken ölmüştür.

  1. H) Teşekkür

Eşini üç yıl önce kaybeden üst kat komşum Şükran Teyze’ye, üç kez evlenmiş, üç kez boşanmış (şimdilik) bekar kahveci Osman Abi’ye, iki çocuklu İhsan ve Semra çiftine,  ve burada adını saymayı unuttuğum bu tezi hazırlamama yardımcı olan, fikirlerini ve tecrübelerini paylaşan evli ve bekar tüm dostlarıma teşekkürü bir borç bilirim.

02,10,2005, Karaman

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

8 + 2 =