Edebiyat

AL YAZMALI SARI GELİN

Güneş doğuyor ufuktan.
Hava ağarıyor yavaştan yavaştan.
Yürüyorum güneşe doğru, sırtımda çapam.
Ayağımın altında toprak, sesi geliyor bastıkça kuraklıktan.
Kuşlar cıvıldıyor ağaçların dallarında.
Serin bir seher yeli okşuyor yüzümü.
Aklıma düşüyor yârimin üşümüş elleri,
Onu görünce heyecandan kızaran yüzümü okşayan.

Yürüyorum güneşe doğru.
Güneş kamaştırıyor gözlerimi.
Yere eğiyorum başımı.
Bir kertenkele ürküyor,
Çalılıklara doğru ilerleyip, hızla gözden kayboluyor.
Yârim düşüyor aklıma yine,
Çalıların arasından bana seslenişi.
Beni görebilmek için saatlerce çalıların arasında bekleyişi.

Yürüyorum tarlaya doğru.
İş çok, yağmursuz toprağın işi çetin olur.
Yoracak bizi.
Diğer kadınlar geliyor dertleşerek ardımdan.
Kaynanası yine kavga çıkarmış evde birinin.
Diyor: “Zehir etti bana geceyi!”
Ah, diyorum ah, olaydım yârimle de anası kavga çıkaraydı keşke!
Keşke!

Yürüyorum başımda sarı yazmam.
Hani olur da görürse yârim beni,
Anlasın hüznümü, hasretimi.
Rengi soldu gayri yazmamın da
Bitmedi derdim, hasretim.
Onu, aşk ve huşu ile neyini üflerken, gördüğüm ilk günden beri
Allılar, morlular duruyorlar sandıkta.
İçimde bir damla neşe mi kaldı da sarayım birini başıma.
Ahdım olsun, hele bir kavuşayım sana,
Sarı geline çıkan adımı,
Çıkaracağım al yazmalıya.

Yol uzadıkça uzuyor,
Sanki ileri değil geri gidiyor ayaklarımız.
Güneş kurtuldu tepenin ardından,
Biz kurtulamadık bu toprak yoldan.
Ah be bey babam, hep mi eziyetin bana.
Hiç mi acımazsın şu garip kızına?
Daha yakında yok mu idi bir tarlan?
Neden varılmaz yerlere ektirdin ki tohumları?
Kadınlar da söylenir oldu artık ardımda.
Başkasına işe gitseydik şimdiye çoktan işe koyulmuştuk diye.
Ben ne edeyim?
Sözüm mü geçer ki diyeyim?
Sorarlar mı ki söyleyeyim?
Susarım.
Bir konuşsam,
Dayanamaz yüreğim anlatmaya,
Yanarım.

Değil mi ki,
Bir sözüm yetti babamı, ağamı düşman etmeye bana?
Bir ‘Evet’ dedim diye değil mi bu çilem?
“Senin de var mı gönlün yoksa?” diye sorduydu ağam.
Birden nasıl dedimse çıkıverdi işte ağzımdan.
Sonra da çıkamadım üç ay o karanlık odadan.
Onlar bilmeseler de o karanlık odada bağırdı yüreğim hep “evet” diye.

Ulu çınara vardık nihayet.
Az bir yol kaldı artık ha gayret.
Çınarın dibindeki çeşmede soluklansak mı acaba bir müddet?
Ağam izin verir mi ki?
Seslensem,
Bakar mı yüzüme?

“Ağam, bir su içsek mi şuracıktan?”

Çevirdi başını geriye de,
Bakmıyor işte yüzüme.
Sanki seslenen bacısı değil de
Peşimdeki kadınlar konuştu tek bir sesle.
Konuşmadan başıyla işaret etti geçin diye.
Suyunda hayrı kalmamış kuraklıktan,
İp gibi akıyor.
Kadınlar avuçlarını çeşmeye dayayıp sırayla içiyor.
Suyunu içen çöküyor bir taşa, beklerken diğerlerini.
Kaldırıyorum başımı yukarı.
Tepemde ulu çınarın yaprakları, kıpır kıpırlar rüzgârda.
Başımı eğince fark ediyorum ağamı.
Uzakta durmuş izliyor bakışlarımı.

Herkes içti suyunu.
Ben de içeyim biraz.
Belki serinler yüreğimin yangını.
Eğildim çeşmeye, tam içeceğim,
Yazmamdan kurtulan saç örgüm düştü önüme.
Düzelttim yazmamı.
Ağam atının üzerinden inmemişti bile,
Bağırdı ilerden “Hadi!” diye.
Hemen içtim suyumu.
Kaldırdım başımı,
Bir demet sarıpapatya uzatmış başını çeşmenin ardından,
Bakıyor bana doğru.
Kalbim yerinden çıkacak.
Ya ağam görürse papatyaları,
Anlar mı ki acaba yârimin bıraktığını?

Eğilip yerden alıyorum arkam ağama dönük.
Koynuma sokuyorum hızlıca.

“Ne oyalanıyorsun?” diye bağırıyor ağam.

“Şey, ağam üzerime su geldi de.”

Çeviriyor başını geri.

“Hadi geç kalıyoruz.” diyerek yola koyuluyor yeniden.

Peşine düşüyoruz tüm kadınlar.
Bir benim içimde şarkı söylüyor türlü kuşlar.
Belli olmasa bari dışarıdan,
Anlarlarsa eğer yanımdaki kadınlar,
Ağam görmese bile lafını mutlak onlardan duyar.
Başım önde yürüyorum hızlıca,
Geçiyorum kalabalığın önündeki bey kızı makamıma.

Tarla göründü uzakta,
Varıyoruz artık, eriyor ayaklarımız vuslata.
Koynumda papatyalar, başımda sarı yazma, aklımda yarla.
Bir umut yeşeriyor gönlümde bu vuslatla.
Belki diyorum, belki kavuşuruz biz de onunla.
Varsın, cümle âlem karşı dursun bize.
Varsın desinler, gelin edeceğiz seni dağ ardındaki köye.
Varsın o eve ölün girer desinler.
Dağ ardındaki köye gelin gireceğime,
Ölürüm yârimin eşiğinde.

Vardık işte meşhur taşlı tarlaya,
İş çok, toprak sert.
Çapayı vurdukça tozuyor etraf.
Kadınlar hep birden çapalıyor toprağı.
Toz bulutu içinden bakıyorum ağama doğru.
Ağacın altında bağdaş kurmuş oturmuş,
Bir taraftan kolaçan ediyor etrafı,
Dizlerinin üzerine de koymuş dede yadigârını.

Çevirdim başımı, aldım elime yanı başımdaki kayaya yasladığım çapamı.
Başladım çapalamaya tarlayı,
Temizleyebilmek için çıkan ayrık otlarını.
Alışkın değilim böyle işlere ya,
Geride kalıyorum diğer kadınlardan,
Hep yutuyorum çıkardıkları tozları.
Ah anam, canım anam, kıyamazdı ya vermeye elime çapayı,
Onun da sözü geçmiyor gayrı babama, ağama karşı!

Bir ses işitiyorum, küçük küçük çanlar,
Yakınlarda bir sürü mü var?
Ağam da duyuyor sesi, hemen dikiliyor ayağa,
Tarıyor gözleri çevreyi.
Sonra bir ses, evet ney üflüyor biri.
Rüzgâr getiriyor sesi, neyi üfleyenin nefesini.
Eyvahlar olsun, ağam da anladı,
Geliyor işte yanıma ne edeceğim şimdi.
Elim ayağım birbirine karışıyor korkudan,
Çapam düşüyor elimden.

“Söyle kız! Söyle, sen mi taktın peşine yine bu iti?”

“Ağam, valla ağam haberim yok bir şeyden.”

Bırakmıyor kolumu, koparacak sanki
Daha bir sıkıyor avuçlarını.
Derdinden eriyip bitmiş vücudum,
Rüzgâra kapılmış fidan gibi savruluyor elinde.
Fırlatıp atıyor beni,
Yanımdaki kaya izin vermiyor toprağa düşmeme,
Yavrusunu kucaklayan ana gibi sarıyor bedenimi.

“Aaaahhhh!”

Ağam öyle bir hışımla ilerliyor ki neyin sesine,
Duymuyor bile feryadımı.
Kadınlar toplandı şimdi etrafıma.
Çırpınıyorlar,
Dizlerini dövüyor bir tanesi,
Seslerini duyamıyorum,
Ne diyorlar anlamıyorum.
Ney, ney sesi geliyor hala kulağıma.
Elimi götürüyorum koynuma,
Burada işte papatyalar, parmaklarımın arasında.
Dudaklarımda tuzlu bir tat.
Damlıyor şimdi boynuma.
Sarı yazmam da kaymış yana,
Boyanıyor allara.
Bu kan mı?
Benim mi?

Uzaktan gelen bir ses doldurdu bütün semayı;
Boğuk, ani bir gürültüyle patladı ağamın elinde dede yadigârı.

Ney, nefessiz kaldı, sustu.
Güneş karardı.
Simsiyah, sessiz bir gece,
Bizi usulca koynuna aldı.

Öznur Durgut Şevik

Bursa’da doğmuş, büyümüş, okumuş, sevmiş; sıkılınca Giresun ve İstanbul’da bir süre gezmiş, sonra dayanamayıp geri dönmüş, Maliye Bakanlığı'nın bir neferi. Anlatmayı çok seven, anlatacak kimse bulamayınca yazmayı seçen, aslında sayılara aşık, hikayesi yeryüzünde geçen ve nihai amacı bu geçişini dünyaya en az zararı vererek tamamlamak olan hayatın içinden bir kadın kahraman.

13

YAZAR HAKKINDA

Öznur Durgut Şevik

Bursa’da doğmuş, büyümüş, okumuş, sevmiş; sıkılınca Giresun ve İstanbul’da bir süre gezmiş, sonra dayanamayıp geri dönmüş, Maliye Bakanlığı'nın bir neferi. Anlatmayı çok seven, anlatacak kimse bulamayınca yazmayı seçen, aslında sayılara aşık, hikayesi yeryüzünde geçen ve nihai amacı bu geçişini dünyaya en az zararı vererek tamamlamak olan hayatın içinden bir kadın kahraman.

Öznur Durgut için bir yanıt yazın X

5 + 3 =

6 Yorum