Denemeler

YURDUM İNSANI

Sanmam ki yeryüzünde Türk insanı kadar kendi yurdu ile gururlanan ve yüksünen başka bir millet olsun. Kendimizi eleştirsek de adımızın lekelenmesine fırsat vermeyiz. Kendimden örnek vereyim. Avrupalı bir arkadaşım Türkiye’ye geldiğinde bana sizin ülkenizde kimse yönleri bilmiyor dediğinde kendisine hayli kızmıştım. Nasıl olur da eleştiri hakkını kendinde görüyordu? Fakat sonradan öfkemin yersiz olduğunu fark ettim zira şehir merkezine göre batıda olduğumu sanıyordum meğer kuzeydeymişim. Kırk yaşında evimin yönünü yeni öğreniyorum, ne yapalım öğrenmenin yaşı yok. Ama yine de onun yaptığı ayıp değil mi? İki kişiyi referans alıp koca milleti küçümsemek haddine mi? Herkesin eksiği olabilir ama misafirin işi mi bunu ev sahibinin yüzüne vurmak?

Milliyetçilik duygularımız Marmara denizine benzer, kabardıktan bir saat sonra bakarsın süt liman. Eşimin başına ne geldi biliyor musunuz? Ayvalık’ta kahve almak için kafeteryada sıraya giriyor. Gurbetçi bir aile sıranın en önüne geçmeye çalışıyor. Eşim de, -haksızlığa hiç katlanamaz – kendilerini arkaya geçmeleri için uyarıyor. İkaz edilen kadın birden öfkeleniyor. Eşimi kocasına şikâyet ediyor. Kocası ne yapsa iyi? Karısını sakinleştiyor, “aşkım hiç kendini üzme” diyor. Müslümanlarla ve Türklerle tartışmana gerek yok, onları kendi haline bırak, sen geç arkaya!”

Ama gurbetçilerimizin hakkını yemeyelim, dost yolculukta belli olur derler, biz de marifetlerimizi gurbette sergileriz. Bakın Almanya işçilerimizin çalışkanlığını yıllarca öve öve bitiremedi. Sadece trafik kurallarını değil, görgü kurallarını, centilmenliği, hakkaniyeti de Avrupa’ya adım atınca hatırlayıveririz.

İki Türk ile yanlış hatırlamıyorsam Prag’da denk gelmiştim. Ben de, onlar da, alışveriş merkezinde işimizi bitirmiş kasada ödeme sırasına girmiştik. Önümüzde iki tane Portekizli hanım vardı. Hanımlardan ödeme yapmakta olanı dikkat çekecek kadar uzun boyluydu. Teni bembeyazdı, ayrıca dekoltesi de marketin ta öbür ucundan ben buradayım, diyordu. Hemen ardındaki hanım ise aksi gibi şişman, kısa boyluydu. Saçları dağınıktı, dudaklarında ruj bile yoktu. Şimdi bu iki erkeğin nasıl davranmasını beklersiniz? Hemen en öndeki uzun boylu hanım ile konuşmak için fırsat kollamalarını, öyle değil mi? Ama gerçek bir adalet timsali gibi davrandılar ve arkada bekleyen hanıma yöneldiler. O kadar candan, güler yüzle konuştular ki şişman hanım sık sık gülümsedi, konuşurken kahkaha bile attı. İşte o zaman insanımızın ne kadar vicdanlı, sağduyulu olduğunu bir kez daha anladım.

Avrupa’da Türk’e rastladığınızda sakın boynuna sarılıp şapır şupur öpmeye kalkmayın. Türkçe konuştuğunu gördüğünüz birine selam verdiğinizde,  hemen başını öteye çevirecek, “you’re misktaken” diyecektir. İnsanımız kendi insanından yurt dışında neden kaçar bilinmez. Para isteyecek diye mi?

Ecdadımızın batıya yolculuğu içimize öyle işlemiştir ki ‘Aaa siz hiç Türk’e benzemiyorsunuz!” lafını iltifatların en yücelerinden sayarız. Bizi başka millete benzetecekseniz Asyalı değil Avrupalılara benzetmeyi unutmayın. “Sizi İtalyan sandım.” “İspanyol olduğunuzu düşündüm.” diyebilirsiniz mesela. “Macar mısınız?” sorusu da kulağımıza hoş gelir.

Misafirperverlik konusunda da özellikle erkeklerimizin hakkını yememek gerek. Daha dün mağazada tanıştığımız Brezilyalı hanım, İstanbul’da estetik merkezinde çalıştığını anlattıktan sonra Lizbon’da daha mutlu musunuz, soruma Türkiye’de daha mutluydum diye yanıt verdi.  Arkadaşların var mı hala, diye biraz kurcaladım. Gülerek “evet”, dedi. İlginçtir, benzer bir yorumu da İranlı bir başka arkadaşımız yapmıştı. O da bir süre Türkiye’de yaşamış, sonra bir Alman denizci ile evlenip Stutgard’a taşınmıştı. Sorduğumuzda o da en çok Türkiye’de geçirdiği yılları özlediğini söylüyordu.

Biz, evin en gösterişli odasını misafir için dayayıp döşemiş, burayı kendisi için hiçbir zaman kullanmamış, hatta kapısını çocuklar girip kirletmesinler diye kilitlemiş bir neslin çocuklarıyız. Kendinden önce başkalarını eğlendiren, fedakâr bir milletiz. Bunun da sebebi yarı yarıya doğulu olmamızda yatıyor olsa gerek, kim bilir?

Lizbon

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

5 + 3 =