‘Eğer önünüzdeki yol temizse büyük ihtimalle bir başkasının yolundasınızdır.’
Joseph Campbell*
Temmuz ayının sonunda ve bayram tatilinde bile tatile gidemeyenler onlayn mı? Tamam hedef kitlemi buldum, diğerleri siz dağılabilirsiniz… Ben de ilk çoğunluktan olduğum için hasedimi dedikodu yaparak dağıtacağım, ikinci gruptakiler siz hala burada mısınız? Peki peki, merak ediyorsanız kalın o zaman.
Faceboook o zamana kadar hayatımızda hiç olmayan bir şeyi katmıştı hayatımıza: Herhangi bir takma ad (nickname) olmadan sadece kendi adımızla internetin o gizemli dünyasında kendimize yer bulabilmek… Ondan öncesini hatırlayanlar vardır umarım, insanlar isimlerini ve fotoğraflarını yayınlamaktan imtina ederlerdi. Hayatımızın FB sonrasında ise kabak çiçeği gibi açıldık malum. Herkes bizim nerede olduğumuzu, kimlerle olduğumuzu, nasıl muhteşem bir hayatımız olduğunu bilmeliydi…
İnsanlara bizim nerede olduğumuzu kanıtlayamayınca sanki o anı yaşayamıyor gibiydik değil mi? Yapmayın hadi itiraf edin de rahatlayın, biz bizeyiz burada. Instagram Türkiye’de ilk yayılmaya başladığında fenomen olmuş bir arkadaşım vardı. Kendisi fotoğraf tutkusunu IG sayesinde daha da derinleştirmiş. Zamanla takipçileri artmış, iş birlikleri geliştirmiş hatta iyi paralar da kazanmış. Kazandığı parayı biriktirip Türkiye’yi gezmeye karar vermiş. Gezerken tabi ki yeni fotoğraflar çekip IG’ da yayınlamakmış planı. Hem ziyaret hem ticaret bir anlamda. Zamanla şunu fark etmiş; fotoğraf çekerken daha estetik fotoğraflar çekmek değil, daha çok beğeni alabilecek olanları yakalayabilmek olmuş amacı. İçten içe huzursuzlukları başlamış. Sürekli beğenileri kontrol etme, takipçilere cevap verme modunda yaşamaya başlamış. Ardından Anadolu’nun bir köşesinde yerel bir festivale denk gelmiş, tabi bu durumu asla kaçıramazmış. Festival alanına giderken telefonunu yere düşürmüş, ekran tamamen kararmış. -Tam Black Mirror olmuş yani- Yaşadığı yıkılmayı tahmin edebilirsiniz artık, ama festivali de merak ettiğinden bağrına taş basıp festival açılışına gitmiş. Buradan sonra onun cümlelerine geçiyorum:
‘Belki hayatımda izlediğim en iyi folklor gösterisi değildi ama tüm bedenim ve zihnimle o anda olduğum için beynimin folklor oynayan insanların hareketlerini, etraftaki çocuk seslerini, seyyar satıcıların bağrışlarını, etraftaki közde mısır, pamuk şeker kokusunu, hafif esen rüzgarı, müziğin alçalan ve yükselen ritmini, izleyenlerin coşkularını adeta nakış gibi işlediğini hissettim içeride bir yerde, önümde bir ekrandan izlemek ve onu direk izlemek arasındaki fark muazzamdı.’
Ondan sonra da telefonunun yaptırmamış arkadaşım, bana bunları anlattığında da tuşlu, eski telefonu kullanıyordu ve bunları bana anlatırken gözleri ışıldıyordu.
Bu yazımın amacı beyninizi nakış moduna alın, tuşlu telefon kullanın değil asla. Ben de ilham almak için IG’ı kullanmayı çok seviyorum. Suluboyaya IG sayesinde başladım mesela ya da hiç görmediğim veya görme şansımın dahi olmayacağı yerleri fotoğrafta bile olsa görebilmek ve hayal kurabilmek de bana iyi geliyor. Ama şunu size nazikçe hatırlatmak istiyorum. İstediğiniz hayatı herhangi bir ekrana bakıp takip ettiğiniz kişiye haset ederek yaşayamazsınız. Ama bu haset size harika bir çıkış noktası olabilir. O kişinin ve fotoğrafın neyi sizi bu kadar etkiledi mesela? İşte hayatınıza lanet okuyup hayatı Hayaller / Hayatlar olarak ayırmak yerine hayalinizi -kendi dokunuşunuzla- nasıl gerçekleştirebileceğiniz üzerine düşünürseniz çok daha derin yaşayabileceksiniz.
Ekrana bakıp haset edip söylenmek kolay ve temiz yol bunun farkındayım, ama hiçbir hayale temiz yoldan gidilmez çünkü o yol temizse sizin yolunuz değildir… *
Elinize sağlık güzel bir eleştiri olmuş, her zaman derim araçlar değil amaçlardır kötü olan.