Denemeler

VEJETERYANLIK ÜZERİNE

Vejeteryan olamam. Oysa bayılırım zeytinyağlı sebze yemeklerine: Barbunya pilakiye, patlıcan herseye, boraniye, favaya, haydariye. Her bir öğünde ekmeksiz salt meze bile yiyebilirim. Fakat yapamam. Hiçbirini ağzıma dahi süremem. En beğenmediğiniz, burun kıvırdığınız et yemeklerini; sakatatları söz gelimi; kuzu yüreğini, işkembeyi; yeşil salataya tercih ederim. Kızarmış tavuk ciğerini, yanına beyin salatasını katık eder öyle yerim. Hem de kahvaltıda yaparım bunu. Canım ne kadar çekse de yanına domates, salatalık bile doğrayamam. Ekmek bile dilimlemem. Etten başka hiçbir şeyi ağzıma sürmem.

Ete çok düşkün olduğumu sanmayın. Ondan resmen tiksinirim. Ah, ne kadar kendimi zorladımsa da fayda etmedi! Bir türlü vücudumu şu kırmızı ete alıştıramadım, bir türlü kendime sevdiremedim. O yağlı pirzolalar, antrikotlar aklıma geldikçe içim kalkıyor. Ama ne kadar öğürsem de midem de bulansa kendimi zorluyorum. Bir lokma daha çatalımla kesip ağzıma atıyorum. İstemeye istemeye çiğniyorum.  Benim için yemek yemek artık işkenceye dönüştü. Yazık ki yapabileceğim hiçbir şey yok. Bana dokunsa da, beni hasta da etse hayatta kalmak için şu kanlı, vıcık vıcık yağlı eti yemek zorundayım. Neden mi? Sebzelere kıyamıyorum da ondan.

Lütfen siz de şimdi o pek moda deyişle hayvanların da duyguları olduğundan, onların acı çektiğinden falan bahsetmeyin. Bir kandırmaca aldı başını gidiyor. Neymiş hayvanlarla hele memeli hayvanlarla pek benzeşiyormuşuz. Neremiz benziyor Allah aşkına? Sözgelimi sabahtan akşama ve akşamdan sabaha kadar damda sığırların arasında sıkıntıdan oflayıp puflamadan bekleyebilecek, bağırıp çağırmayacak, kaçmayacak tek bir insan evladı tanıyor musunuz? Ya keçilerle benzerliğimiz? Dünyanın dört bir yanından yüzlerce insan getirin. Hepsinin sırtındaki kılları kesip toplarsanız da, bu hayvanın en çelimsizinin tüylerinin yarısı kadar çekmez. Demek ki hayvanlarla benzerliğimiz boş lakırdıdan ibarettir.

Ya sebzeler öyle midir? Pazardan aldığınız bir maydanozu mutfakta masanın üzerinde öylece bırakıverin. Ertesi gün boynunu büker. Sizden yardım bekler. Onu su dolu bir bardağın içine koyun. Nasıl da insan gibi sevinir, boynunu dikleştirir. Minnettar yaprakları yaşama sevinci ile dolar. Soğanları pek çoğumuz kokusundan ötürü hor görürüz. Oysa onlar en hassas sebzelerden biridir. Soydukça açılırlar, içlerini dökerler. Siz onu açtıkça, size daha çok anlatır. Sonunda dayanamayız, gözyaşlarına boğuluruz. Yer altı ve karanlık dedin mi hiç şaşmaz aklıma havuç, kereviz, yer elması ve patates gelir. Hepsi de sert mizaçlı sebzelerdir. Yine de utangaçtırlar. Hele patatesi soyup orta yerde bırakıverin; yüzü kızarmaktan öte resmen kararır. Oysa biz sebzeleri anlamak yerine, acılarına kulak vermek yerine ne yaparız, hiç acımadan pırasanın sakalını uçuruveririz. Taze fasulyeyi bıçakla üç parçaya böler, kimi zaman da tanelerini almak için karnını deşeriz. Kızgın yağa sebzeleri yatırırken, cacık için salatalığı dilimlerken, karpuzu yararken çıkan sesten itiraf edelim ki pek çoğumuz haz alırız. İnsanoğlu ne zalim!

Kadınların biz erkeklerden daha sağduyulu varlıklar oldukları halde nasıl da sebzelere kıydıkları üzerine uzun uzun düşündüm. Şuna kanaat getirdim. Kadınların pek çoğu mutfakta yaptıkları işi sevmiyor; demek ki sebzeleri öldürmenin doğru olmadığının farkındalar. Fakat toplum onlara bu görevi verdikleri için bunu normal sayıyorlar. Yine de kadınlar bitkilerle duygusal yakınlığımızı biz erkeklerden çok daha önceden fark etmiş olacaklar ki evlerimizde yıllardır saksılarda çiçek yetiştiriyoruz. Pek tabi burada çiçeklerin karakterlerini açıklamaya girişirsek yazımız amacının dışına çıkacaktır.

Siz her şeye rağmen sebzelerle ortak dünyamız olduğuna ikna olmadıysanız bu akşam işten eve geldiğinizde buzdolabını açın ve sebzeliğe bir göz atın. Kabak, patates, limon, ne ile karşılaştıysanız onu karşınıza alın ve bir güzel konuşun. Evet, konuşun onunla. İşte neler yaptığınızdan, gününüzün nasıl geçtiğinden bahsedin. Bu ritüeli aralıksız her gün tekrar edin. Birkaç ay geçtikten sonra artık sebzeniz de bir şeyler fısıldayacaktır. Sorularınıza yanıt verecek, sizi sohbete o çağıracaktır.  İşte o zaman beni anlamaya başladınız demektir.

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

3
2

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

+ 18 = 28