İncelemeler

DOSTOYEVSKI – TATSIZ BİR OLAY ÜZERİNE İNCELEME

Bu uzun öykü 1862 yılında yazılmış. Dostoyevski Sibirya’da kürek cezasını çektikten sekiz yıl sonra. Birçok eleştirmen yazarın kürek mahkûmluğundan sonra Çar 1. Nikola’ya bağlılığının arttığından, liberal, aykırı düşüncelere sırt çevirdiğinden, daha tutucu olduğundan bahseder. Ancak bu öyküde de gördüğümüz gibi yazarın aykırı, düzen bozucu yönü aslında hiç kaybolmamış, eserlerinde yarattığı karakterlerde hep su yüzüne çıkmıştır.

Karşımızdaki metin bir yanıyla dışa dönük, bürokrasiyi, toplumu eleştiren, bu yönüyle dönemine ayna tutan, siyasi öykü olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bir yanıyla da içe dönük, insan ruhunu deşen, gereksiz gururunu, sevilme, beğenilme, takdir edilme isteğini gösteren, kahramanları üzerinden aslında Dostoyevski’nin iç dünyasını anlatan bir öyküdür. Bu kez kahramanımız bir ‘küçük insan’  değil, yedinci dereceden, toplumun her kesiminden saygı gören, polislerin karşısında ceketlerini iliklediği bir üst düzey bürokrattır. Dostoyevski’nin kahramanın sevimsizliklerini, kendini beğenmişliğini, halka tepeden bakışını gördükçe ona kızacağız belki, ama onun çıkışsızlığını, halkını tanımaktaki beceriksizliğini, zaaflarını gördükçe,  ‘büyük adam’ın içindeki ‘küçük adam’ı,  giydiği kürkün altındaki gerçek insanı keşfedeceğiz.

Aşağıda öykü hakkında daha geniş bir inceleme bulacaksınız.

ŞÖMİNELİ KIR EVİ, KÜRKÜN SİMGELEDİKLERİ

Eserin ilk cümlesinde  ‘tatsız bir olay’ ifadesi geçer. Bu olay tam Rusya’nın yeniden doğmaya başladığı, yeni umutlara yelken açtığı dönemde cereyan etmiştir. Öyküde olaylar sıralı bir anlatı izler. Anlatıcı bizi Nikiforov, Prilanski ve Şipulenko ile tanıştırır. Üç general, Nikiforoviç’ in evinde buluşmuşlardır. Her biri de halkın refah seviyensin çok üzerinde rahat, konforlu bir yaşam sürmektedir. Yazar okuyucuya öykünün başlangıcında üç yüksek düzey bürokratı tanıtır. En üstleri Nikiforoviç, deyim yerindeyse en tuzu kuru olanlarıdır. Şömineli yeni bir kır evi satın almıştır. Evinin şehirden uzak olmasından son derece memnundur.   Nikiforoviç’in insanlardan uzak olmak istemesi, bürokratların halka mesafeli olduklarını aklımıza getiriyor. Zaten öykünün temel meselelerinden biri de bu. Rus bürokrasisinin halktan kopukluğu, bürokratların donanımsızlıkları, hayatı tanımamaları, salt romantik özlemlerle dolu olmaları, kendi içine kapanık olmaları.

Nikiforoviç adeta emekli bir burjuva hayatı yaşıyor.

‘Yaşlılığında tatlı, tembel bir konfora, kesin bir yalnızlığa bırakmıştı kendini.’

‘Son zamanlarda akşamları ya odasında iskambil falı bakar yada salondaki koltuğa gömülür, hafiften kestirerek şöminenin üzerindeki saatin tik taklarını dinlerdi.’

Nikiforoviç’in sağlığı da böyle gamsız, tasasız hayat yaşayan birinden bekleneceği gibi pek yerindedir.

‘Yaşından genç gösterirdi. Oldukça dinçti. Daha uzun yıllar yaşayacağa benziyordu.’ Anlatıcı Nikiforoviç’ in yaptığı işi de bize anlatır.

‘Görevi de hayli rahattı. Bir odası vardı. Orada oturur, bir takım kâğıtları imzalardı.’

Nikiforoviç evlenmiyor. Konuklardan da hoşlanmıyor. Dahası eğer evinin alt katına bir kiracı alacaksa mutlaka yine gibi bir bürokratın dairesini tutmasından yana.  Bu detaylar Rus üst düzey bürokratlarının nasıl kendi kabuklarına çekildiklerini anlatıyor aslında. Bir de kürk meselesi var ki, üst düzey bürokratların olmazsa olmazları; o kürk ve göğüslerindeki nişan ile sıradan halkın içinde kolayca ayırt edilebiliyorlar.

Üç generalden biri de Şipulenko. O da üstü Nikiforoviç gibi evden pek çıkmıyor, halka karışmıyor. Onun için yapılan tanımlamalarda yerini sağlama aldığını, toplumdaki kıpırdanmanın farkında ancak huzursuzluk duymadığı söyleniyor. Şipulenko öykünün en silik kahramanlarından biri bir bakıma. Hikâyeye eklenme sebebi alaycılığı ile Prilanski’yi kızdırması. Bu konuya birazdan geleceğiz.

Prilanski ye gelince, aslında hayata dair bir şey bilmeden generalliğe yükseldiğini görüyoruz. Günümüze uyarlayacak olursak sanki özel okullarda yetişmiş deyim yerindeyse bir  ‘apartman çocuğu’. ‘Kadifeler, patiskalar içinde büyümüş, bir dediği iki edilmemiş.’ Üstü Nikiforoviç de ondan bir şey beklemiyor aslına bakılırsa. Kibar, iyi bir aileden gelmesi hoşuna gidiyor, o kadar.

Prilanski’nin arkadaşları ile yaptığı sohbette ileri sürdüğü düşüncelerin pek hayalperest, sığ olduğu dikkatimizi çekiyor. Özünde iyi niyetlidir, toplumsal bir kaynaşma, kucaklaşma istediğinden bahseder, ancak karakterin sözlerine değil de yaptıklarına bakınca esas amacının sevgi, saygı görmek, takdir edilmek (hatta ilerde tanıyacağımız Goloveşka’nın yazarının söyleyeceği gibi etrafa caka satmak, ün sağlamak, belki ilerde mevkii olarak daha da yükselmek) olduğunu anlıyoruz.

Bürokratların sohbetlerinde belki de sosyalizm, nihilizm tartışmalarının artçısı sayılabilecek adı konulmamış bir devrimden bahsediliyor.

‘İnsanlık üstün asta insanca davranması, memurdan yazıcıya, yazıcıdan kapıcıya, kapıcıdan köylüye kadar herkesin toplumsal düzende kendinden aşağıda olanlara iyi davranması, beklenen devrimin, yeniden doğuşun temel taşı olabilir.’

Ancak bu tartışma söylediğimiz gibi sığ, pek romantik bir tartışma. Ortada bir tartışmadan çok sanki anlatıcının bu üst düzey bürokratların ne derece donanımsız olduğunu gösterme, onları gülünç düşürme çabası var. Yazar kahramanına bol bol şarap içirip, Şipulenko aracılığı ile de kızdırıyor; birazdan onu rezil rüsva edeceğini bize önceden bu şekilde sezdiriyor.

Prilanski evine dönmek için Nikiforoviç’in yanından ayrıldığında arabacı Trifon’un bir düğüne katılma bahanesiyle ortadan kaybolduğunu görüyoruz. Bu önemli, çünkü öykünün devamı için Prilanski’nin yaya olması gerek. Prilanski yalnız başına yürürken kendi kendine konuşuyor ve biz de bu iç monologda aslında Prilanski’nin öyle pek de insanları sevmek gibi bir derdi olmadığını görüyoruz.

‘Şu Stepan Nikiforoviç de iğrenç bir adam. Ne iğrenç bir yüzü var.’

Prilanski baloya gitmeden önce üç kez anlatıcı bize  ‘kürk’ten bahsediliyor.  Nikiforoviç Prilanski’nin herkesin birbiriyle kucaklaştığı toplum hayaline ‘başaramayız’ dediğinde Prilanski’nin aklına insanlık kavramından önce yeni şarap ve kürk geliyor.  ‘Kürk’, aynı günümüzde otomobilin bir taşıma aracı değil de mevkii göstergesi sayılması gibi, o dönem Rus toplumunda da soğuktan korunmak için giyilen sıcak tutan kıyafet değil de kişinin ekonomik durumunu göstermeye yarayan bir aksesuar. Prilanski,  Şipulenko ile evden çıkarken de bu kez Şipulenko’ nun kürkünün eski olduğuna dikkatimizi çekiyor anlatıcı. Sanki bize açıkça söylenmese de Şipulenko’ da kürkü gördükten sonra Prilanski’nin  de bir tane satın aldığını düşüneceğiz!

PSELDONİMOV’UN YOKSUL DÜĞÜNÜ

Prilanski yürüdüğü caddede yoksulların oturduğu semtten geçerken Pseldonimov’ un düğününden haberdar oluyor ve Pseldonimov’ dan hiç hazzetmese de içeri girip düğüne katılıyor. Bundan sonra krizin nasıl geliştiğini de adım adım incelemeye çalışacağız ancak burada küçük bir ara verelim. Öykünün bütününe bakınca hikâyeyi ileri taşıyan birbirine bağlı iki tane itici unsur bulunduğunu görüyoruz. Okur olarak kendimize sorduğumuz iki önemli soru var. Bunlardan ilki Prilanski’nin iç monoloğunda kendi kendisine de yakışıksız kaçacağını dile getirdiği halde (Pseldonimov için söylediği sözleri hatırlayalım: ‘Şaşkınlıktan dili tutulur, huzurunu kaçırmış, işleri alt üst etmiş olurum’)  düğüne neden katıldığı, ikincisi ise bu düğünde birtakım uygunsuz, kendini küçük düşüren gelişmeler olduğu halde neden düğünden ayrılmadığı.

İlkinden başlayalım. Prilanski bize aksini söylese de, aslında satır aralarını dikkatle okuyunca düğüne asıl gidiş sebebinin yeni evli çifti tebrik etmek, ‘insanlık’ hakkında konuşma yapmak olmadığını görürüz. Dahası Goloveşka’nın yazarının söyleyeceği gibi asıl orada bulunma amacı sadece caka satmak, ün ve geleceği için prestij sağlamak da değildir. Burada Prilanski’nin kişilik yapısını, yazarın diğer öykü v e romanlarında yarattığı kahramanları hatırlamakta fayda var.  Prilanski de aslında diğer birçok Dostoyevski kahramanı gibi uyumsuz, huzursuz biridir. (Aklımıza davet edilmediği halde arkadaşlarının toplantısına katılan Yer altı adamı geliyor) Zaten uzun burunlu Pseldonimov’ dan hazzetmediğini söylemiştik. Nikiforoviç’ in evinde de huzurlu değildi. Şipulenko’ nun alaylarına maruz kaldı. Anlatıcı bize söylemese de Prilanski’ nin Nikiforoviç’ i kıskandığını, koltuğunda gözü olduğunu dahi düşünebiliriz.

Prilanski aslında içedönük, insanlarla iletişimi zayıf tipik bir Dostoyevski kahramanıdır. Ancak okur olarak ilgimizi çeken asıl özelliği bu özelliğinin farkında olması, içedönük karakterini aşmaya, kabuğunu kırmaya çalışmasıdır. Prilanski için ‘başaramazsın’ sözlerini duymaktansa, Şipulenko tarafından alaylara maruz kalmaktansa davetsiz bir misafir olarak düğüne gitmek yeğdir. Varsın yapacağı büyük konuşma ile, atacağı nutuklar ile kendini daha da küçük duruma düşürsün. Aklına koyduğunu yapmış, sesini duyurmuştur bir kere.

Aslında çabasının boş bir çaba olduğunun, hatta başaramayacağının da bilincinde gider o düğüne. Yine iç monologda söylediği şu sözleri hatırlayalım:

‘ Toplumda kişilerin birbirlerine karşı bugünkü konumu varken ben mi gecenin saat birinde emrimdeki bir memurun evine gideceğim? Çılgınlık olur bu.’  Bu sözler aynı zamanda üst düzey bir bürokratın ağzından Rusya’nın o dönem parçalanmış bir toplum olduğunun da itirafıdır.

Prilanski kendi yetersiz donanımıyla, kendi çapında bir devrimci olmaya çabalıyor bir yandan da:

‘Yaşlılar, durgun geçmişin insanları… Ben ba-şa-ra-ca-ğım! Pompei’nin son gününü emrimdeki bir insan için en tatlı gün yapacağım. Bir çılgınlığı, soylu, olağan, yüce bir davranış yapacağım!’

Bu devrimci çabasında kendi kişisel hırsı ve yükselme arzusunun da payı biraz vardır kuşkusuz. Ne kadar yukarda da olsa mevkii olarak üstlerinin altındadır. Başardığı zaman olacakları aklından şu cümlelerle geçirir.

‘Herkesin kalbinde bir yerim olur.  Bu ünün sonu nereye varır, orasını Tanrı bilir artık.’

İSTENMEDİĞİM YERDE KALIRIM

Buradan kafamızda oluşması muhtemel ikinci soruya geçiyoruz. Küçük, sevimli bir ziyaret yapıp herkesi hoşnut bırakarak ayrılma imkânı varken neden kahramanımız kalmakta ısrar ederek olayların böyle çirkinleşmesine seyirci kalıyor, dahası yaşanacak rezilliklerin birinci sorumlusu oluyor? Burada öykünün kuruluşu ile ilgili teknik bir noktaya dikkat etmemiz gerek. Öncelikle yazar bir kriz ortamı yaratıp krizi yavaş yavaş tırmandırmak istiyor belli ki. Kahramanımız takıntılı bir şekilde aklındaki konuşmayı yapmak istiyor ve düğüne girdiği andan itibaren aslında bu konuşmayı yapmak için fırsat kolluyor, uygun an, herkesin havasında olduğu bir eşref saati yakalamaya çalışıyor.

Yazar alkolün de katalizör olarak kullanarak Prilanski’nin sırayla karşısına onu hoşnut eden ve öfkelendiren durumları arka arkaya çıkarıyor, böylelikle kahramanının düğünü terk etmesini engelliyor.

(Not: Bu esnada alkol hiç kullanılmasaydı nasıl olurdu? Ayık bir Prilanski yapacağı söylevde kendini rezil etseydi sonuç nasıl olurdu? Belki yazar dönemin otoritelerinden çekindiği için ortaya çıkan rezilliğin sorumlusu olarak alkolü göstermek istemiş olabilir, fakat asıl sebebi yeni evli çiftin yatağında, hem kendini mutsuz etmiş hem de davetliler için geceyi rezil etmiş,  acılar, kâbuslar içinde yatakta dönüp duran sarhoş, sızmış bir Prilanski yaratmak istemesidir. Hem alkol affettirici bir neden de pek sayılmaz. Prilanski pekâlâ yeteri kadar içtiğini söyleyip devam etmeyebilirdi.)

PRİLANSKİ DAHA FAZLA BATAKLIĞA GÖMÜLÜYOR

Şimdi kısaca krizi nasıl oluşturulduğunu, kriz çok artınca da karşısına bir ‘kurtarıcı’ eylemin nasıl konduğunu inceleyelim. Prilanski’nin bulunduğu ortam ile ilişkilerini geren eylemleri KRİZ olarak, onu gevşeten, rahatlatan eylemleri de KURTARICI olarak nitelendirdim. Burada ilginç olan ve öykünün dramatik yapısını güçlendiren unsur, KURTARICI eylemlerin kahramanımızı memnun etmesine, ona sevildiğini hissettirmesine, krizi çözüyor gibi görünmelerine rağmen aslında krizi daha da derinleştirmeleri, kahramanımızı hazin sona adım adım yaklaştırmalarıdır.

* (KRİZ )Prilanski daha eve girerken dolmanın üzerine basıyor. ‘ Sıvışsam mı acaba diye geçirdi içinden, ama bu aşağılık bir davranış olurdu’. Yazar içerde nelerin yaşanabileceğinin ipuçlarını daha kahramanı eve girerken veriyor.

*(KRİZ) Pseldonimov  ile evin içinde ilk karşılaşması çok soğuk, mesafeli. Anlatıcı döneminde yaşanan mevkii farklarını bir köpeğin sahibiyle ilişkisine benzetiyor.

* (KRİZ) Prilanski de Pseldonimov tarafından ciddiyetle karşılanınca gülümsemek istediği halde gülümseyemiyor. Çok arzu ettiği hikâyesini anlatamayacak! (Aklıma Dostoyevski’nin kendime çok yakın gördüğüm takıntı huyu geliyor. Yazar kendisi de sanki huyunun farkında ve bu sevimsiz huyu ile kendisi alay ediyor. Prilanski Trifon’un hikâyesine, onun ortadan kayboluşuna odaklanmış. İnanıyor ki o hikâyeyi anlatınca herkes kahkahalara boğulacak, ortalık şenlenecek.)

*(KRİZ) Prilanski okuyucunun hislerine tercüman olurcasına  ‘eğlencenize engel mi oldum, giderim öyleyse’ deyiveriyor. Öykünün dramatik yapısı Prilanski’ nin sonuna kadar düğünde kalması, kaldıkça da çukurun dibine kadar batmasını gerektiriyor. Zaten birazdan göreceğimiz gibi yazar Prilanski her kalkmaya yeltendiğinde karşısına bir ‘kurtarıcı’ çıkartıp biraz daha içki içmesine ve bir süre daha düğünde kalmasını sağlıyor.  Burada da ‘giderim’ derken anlıyoruz ki kafasında kurduğu herkesin birbirine sarılacağı an yaşanana kadar aslında gitmeye hiç de niyeti yoktur. Sağ yanağında bir kas çekilmeye başlar. Pseldonimov soğuktur.

*(KURTARICI) Akim Petroviç Zubikov ortaya çıkar. Dikkat edilirse Akim Petroviç ve Pseldonimov’un annesi ikisi de Prilanski için birer kurtarıcı rolündedirler. Bu karakterler sayesindedir ki Prilanski gitmekten vazgeçer, biraz daha oturmak için her seferinde cesaret bulur. Zaten bu kahramanların Prilanski’nin yanında ona destek olarak ortaya çıktıkları anlar hep Prilanski’nin aleyhine olan gelişmelerden sonradır.

*(KRİZ) Prilanski öyküsünü anlatır ancak Pseldonimov saygıda kusur etmemek için saygıyla selam verir, bu da ortamı soğuk bir hale getiri.

*(KRİZ) Misafirler hikâye bitince biraz rahatlarlar ancak bu sefer de ‘neşelerini bozan bu tuhaf adama nefretle’ bakmaya başlarlar.

*(KRİZ) Prilanski gelin ile tanışır ancak gelin generalden hoşlanmaz. Generalin selamına karşılık vermez Prilanski geline sorduğu sorulara kısa yanıt alır bazılarına ise hiç yanıt alamaz. General aklına gelen en kolay şeyi yapıp Akim Petroviç’ i suçlar.

*(KRİZ) Anlatıcı yeniden üst ast ayrımına dikkat çeker. Pseldonimov bir uşak gibi Prilanski’nin önünde beklemektedir. Bu da ilişkilerini sevimsiz hale getirir. ‘Ne diyeceğini bilemiyor, bu da durumu kötü, çok kötü bir hale getiriyordu.’

(Not Aslında daha kötüye giden bir şey yok. Anlatıcı o kahramanın bakışıyla bizim de sanki daha kötüye gidiyormuş gibi algılamamızı istiyor. Prilanski konuşuyor, misafirler dinliyorlar, generalin istediği sıcak, duygulu ortam bir türlü sağlanamıyor.)

*(KURTARICI) Pseldonimov’ un annesi öyküye ekleniyor. Zubikov gibi Pseldonimov’ un annesi gibi karakterler olmasa okuyucu Prilanski’yi suçlayacak içinden neden istenmediği yerde durduğunu sorgulayacak, bu da karakteri zayıflatacaktı. Nitekim bu kadına da Prilanski umutla sarılır. ‘Bir cankurtaran simidi gibi sarıldı kadına’

*(KURTARICI) Yaşlı kadın bir tepside iki şarap getirir. Kadehler belli ki yeni evli çift içindir ancak generale sunulur.

*(KRİZ) Prilanski kendisine uzatılan şarabı içtikten sonra yine Pseldonimov’ un soğuk bakışları ile karşı karşıya gelir.

*(KURTARICI) Pseldonimov’ un annesi Prilanski’ye bu sefer yemesi için elma, marmelat, fındık dolu bir tabak getirir.

*(KRİZ)Mizah dergisi Golaveşka’nın yazarlarından biri ortaya çıkar. Rahat bir tavırla konuşur, Pseldonimov’un arkadaşıdır.

*(KRİZ) Prilanski iyiden iyiye sarhoş olur.

*(KRİZ) Prilanski geline bir şeyler söyleyip onu güldürmek ister, ancak gelin Pseldonimov tarafından dansa kaldırılır.

*(KURTARICI) Akim Petroviç generale yeniden kadehini doldurarak yaltaklanır.

*(KRİZ) Prilanski sarhoştur, geliş amacının şarap içmek değil, iyilik etmek olduğunu söyler.  Akim Petroviç kendisini generalden daha aşağı tabakadan gördüğü için Prilanski’nin gülüşüne karşılık vermeye cesaret edemez.

*(KRİZ)Akim Petroviç ve Prilanski’nin iki dakika süren uzun sessizliği

* (KRİZ) Tıp öğrencisi Prilanski’nin önünde horoz gibi öter.

*(KURTARICI) Prilanski yemeğe davet edilir. Yemeğe katılmasının uygun olmayacağını bilmesine rağmen yine de yemeğe katılır.

*(KRİZ) Prilanski’nin içinde bulunduğu durumu tanımlayan yerinde bir ifade. ‘ Bir dağdan aşağı yuvarlanıyormuş gibi hissediyordu kendini. Uçuyor, uçuyordu. Bir yere tutunmak, yapışmak istiyordu, yapamıyordu.’

*(KRİZ) Pseldonimov’dan nefret ettiğini, Pseldonimov’un da kendisinden nefret ettiğini aklına getirir.

*(KRİZ) Pseldonimov belki ilk kez kalkmayı düşünür bu kez de dışarıda sürttüğü dedikoduları ertesi gün karşısına çıkacak diye kalkmaya cesaret edemez. Bu aşamadan sonra artık düğünden ayrılmasının mümkün olmayacağını okur olarak öğrenmiş oluyoruz.

*(KURTARICI) Prilanski içinde bulunduğu çukurdan çıkmak için büyük Rusya’ dan, günümüz sorunlarından, devrimlerden bahsetmekte çareyi görür.

*(KRİZ) Prilanski yemek masasında düşmanları olduğunu düşünüp korkuya kapılır. (Artık iyice sarhoş olduğundan bundan sonra düşünceleri daha da bulanıklaşacaktır)

*(KURTARICI) Prilanski hala inandırıcı, içten bir konuşma yaparsa durumunu toparlayacağına inanır. Nasıl iyi yürekli bir yurtsever olduğunu, buraya onları mutlu etmek için geldiğini bir anlatsa herkes kucaklaşacaktır.

*(KRİZ) Prilanski konuşmaya başlar. (Yazar gerilimi arttırmak için elinden geldiğince bu konuşmayı ötelemişti, Prilanski konuştuğunda ise artık ne söylediğinin farkında değildir) Ancak bu kez de etrafa tükürükler saçar. İroninin dozu öyküde Akim Petroviç’in yanağına tükürük bulaşmasıyla iyice artar. Akim Petroviç ayıp olmasın diye üstünün tükürüğünü silmeyecektir.

*(KRİZ) Prilanski ağzından tükürükler saça saça konuşur. Tükürük saçtığını fark edince utanıp konuşmaktan vazgeçer. Bu kez küçük düştüğünü etrafındakilere itiraf eder.

*(KRİZ) Bu itirafı ölüm sessizliği izler.

*(KRİZ) Golaveşka’nın yazarı Prilanski’nin caka satmak, kendine ün sağlamak için geldiğini söyler, dahası astların eşlerine göz diktiğini de söyleyecektir.

*(BÜYÜK KRİZ) Hikayede ironi ve çöküş Prilanski’nin yeni evli çiftin yatağına yatırılmasıyla doruk noktasına çıkar. Bu rahat, temiz yatak Prilanski’ye adeta cehennem azabını andıran acılar, huzursuzluk, kâbuslar verecektir. Yeni evli çift için hazırlanan yatakta yatan general yine o çift için hazırlanmış leğende yıkanacak, cibinliğin altında geceyi geçirecektir.

Şu cümleler kahramanımızın boşa çıkan, yıkılan hayallerinin bir özeti gibidir.

‘Gelin yatağının acıklı görünüşü, devrilmiş sandalyeler, en tatlı, en güvenilir umutların, hayallerin boş olduğunu düşünmeye zorluyordu insanı’

SONSÖZ

Bu öyküyü Gogol yazsaydı belki de burada bitirirdi, ancak Dostoyevski bir adım öteye gidip ertesi gün Prilanski’nin yaptıklarından nasıl suçluluk hissettiğini de bize anlatıyor. Böylece okuyucu bu kızdığı kahramana acıyor, onunla daha kolay, çabuk özdeşleşiyor. Bu sayede kahraman daha canlı, diri, gerçek bir insan olarak ete kemiğe bürünüyor.

‘Kendini temize çıkarmaya kalkışmıyordu bile. Kesinlikle suçlu buluyordu kendini. Haklı olduğu bir nokta göremiyordu. Yerin dibine giriyordu.’

Ancak Prilanski bir bürokrattan beklendiği gibi davranacak, kimseden özür dilemeyecek, emekli olmayacak, yaşadığı semti terk etmeyecektir. Çareyi astlarına sert davranmakta bulacak, zaten kapısında talimatları bekleyen emir erleri,  (yada sahibinden talimat almayı bekleyen yalakalar mı demeli) Asım Petroviç’ler, oldukça başarmasının yada başaramamasının bir önemi kalmayacaktır.

Son olarak, yoksul, küçük bir memurun düğününde yaşananlarla hem tüm ülkenin bölünmüşlüğünü, ülkedeki toplumsal çarpıklıkları; hem de tek bir insanın dramını anlatan bu ilgi çekici öykünün ‘iğrenç bir olay’ adıyla da kimi çevirilerinin yapıldığını da belirtelim.

Eser: Tatsız Bir Olay, Yazar: Fyodor Dostoyevski, Çeviren: Ergin Altay / İletişim Yayınları

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

+ 33 = 35