İncelemeler

RAYMOND CARVER – TÜYLER (FEATHERS) ÖYKÜ İNCELEMESİ

Raymond Carver’in öykülerini ne zaman okusam bulmaca çözüyormuş gibi hissederim. Konuşulanların altına hep başka anlamlar gizlenir, okurun dikkatini çeken nesneler farklı yan anlamlar ima ederler. Kahramanlarını tanımak için eylemlerine bakmak gerekir zira sözleri yanıltıcıdır, sık sık yalan söylerler,  daha hafif tabirle gerçeği gizlerler.

Tüyler (Feathers) öyküsünü de şimdi bu gözle okuyalım.  Öykü başladığında kahramanlar ile tanıştırılıyoruz. Anlatıcı (sonradan isminin Jack olduğunu öğreniyoruz) Bud tarafından akşam yemeğine davet ediliyor. Hem Jack Bud’ın eşini hem de Bud Jack’in eşini tanımaz. Bu bilgi verildikten sonra anlatıcı tuhaf bir cümle kuruyor.

Karısını tanımıyordum. O da Fran’ı tanımıyordu. Bu da bizi eşitliyordu.”

Neden eşlerden dolayı bir eşitlikten bahsedilme ihtiyacı duyuluyor? Bunun sebebi metnin başı ve sonu arasında bir paralellik kurulmak istenmiş olması. Metnin sonunda Bud ve eşi Fran, aynı Bud ve Olla gibi çocuk sahibidirler. Artık Bud’ın da eşi doğum yapmıştır. Bu anlamda aynı derecede (eşlerinden ötürü) eşit ve aynı derecede mutsuzdurlar.

Bud, Jack’i akşam yemeğine çağırdığında bebekleri sekiz aylıktır. Jack kendi kendine o sekiz ayın nasıl geçip gittiğini öfkeyle sorar.

“O sekiz ay nereye gitmişti? Allah kahretsin, o günden beri geçen sekiz ay nereye gitmişti?”

Jack yitip giden zamana hayıflanır çünkü sahip olduğu şeylerin değerini bilmemektedir. Jack, Bud’ın oğlunun doğduğu günü nasıl bir kutu puro ile kutladığını anımsar. Puronun markası Dutch Masters’tır.

Dutch Masters sigarasının kapağına baktığımızda Rembrandt’ın yağlı boya tablosunu görürüz. (De Staalmeesters) Resimde altı adam önlerindeki kumaşın kalitesini anlamak için incelemektedirler. Ne de olsa erkeklerin dünyasında yaşıyoruz! Ayrıca bebek erkek olduğu için puronun seçildiğini düşünüyorum. (Puro phallusu çağrıştırıyor olabilir mi?) Bud puroyu sevmediğini; ancak karısının fikri olduğu için kabul ettiğini söyler. Metin ilerledikçe Bud’ın karısının daha başka isteklerine de boyun eğdiğini göreceğiz. Ancak şiddete de meyilli biridir Bud. Jack’in iki puro almasının sebebinin de gelecek olan çocuğun habercisi olabileceği düşünülebilir.

Bud Olla ile önceden telefon ile görüşmüştür; ancak kadının adını bir türlü hatırlayamaz. Neden? Kadının adı Olla. Olla İngilizcede vazo, kap anlamına geliyor. Acaba kadın vazoya mı benzetiliyor öyküde? Vazo ve kuğu şeklinde kül tablosu öyküde tekrar karşımıza çıkacak. Bud aile üyelerinden bahsederken yeni doğan bebeği ya hiç saymıyor (dördümüz diye konuşuyor) ya da ismini söylemek yerine ondan ‘bebek’ diye bahsediyor sadece. Evin yerini tarif ederken dört kutbu işaret eden oklardan ve büyük X den bahsetmesi de ilginç. Okların erkeği, X’in de kadını sembolize ettiğini düşünüyorum. Carver okumakta olduğumuz hikayenin kadın erkek ilişkileri üzerine kurulu olduğunun ip ucunu veriyor olabilir.

Bud’ın karısı olan Fran’ın uzun saçları vardır. Bud karısının saçlarına bayılır. Hatta onun en çok saçlarını sever, şayet saçlarını bir gün keserse onu sevmeyi bırakabileceğini bile söyler.

“Saçını keserse onu sevmeyi bırakacağımı söylerim.”

Bu cümle de boşuna yazılmış değil. Metnin sonuna geldiğimizde Jack’in Fran için kullandığı ifadeler ilişkilerinin geldiği yeni boyutu açıklamaktadır.

“Fran artık sütçü dükkanında çalışmıyor ve saçını uzun zaman önce kesti. Kilo da aldı. Bu konuda konuşmayız. Söyleyecek ne var ki?”

Söyleyecek bir şey kalmamıştır, iki evli insanın artık birbirlerini sevmediklerini söyleyecek halleri yok ya!

Metinde arka arkaya ‘süt’ sözcüğünün de tekrarlandığını görürüz. Sözgelimi başlangıçta Fran sütçü dükkanıda çalışmaktadır. Fran ve Jack misafirlikte sütlaç ikram edilmesinden çekinirler. Akşam yemeğinde birlikte içki içmeleri beklenirken süt içerler. Carver’in okura bebeği ve annelik duygusunu çağrıştırmak için sütü bir simge olarak kullandığını düşünüyorum. Peki Fran neden sütçü dükkanında çalıştı ve sonra ayrıldı? Başından beri acaba bir bebeğe sahip olmak istiyordu ve bunu Jack’e itiraf mı edemiyordu? Anne olduktan sonra artık süt görmek onu rahatsız etmeye başladığı için bırakmış olabilir mi? Anne olduğunda aradığını bulamadığı için hayal kırıklığı yaşadığı için dükkandan ayrılmış olabilir mi?

Jack ile Fran’ın hayalleri olduğunu görüyoruz. Sahip oldukları yaşamdan fazlasını istiyorlar. Yeni bir araba, Kanada’da tatil gibi… Okur olarak dikkatimizi çeken başka bir nokta da çiftin aslında izole bir yaşam sürmekte olduğudur. Görünüşe göre ikisinin de pek arkadaşı yoktur. Akşam yemeği davetine katılırken yanlarında ne götürmeleri gerektiğini bilmezler. Fran, karar vermekte zorlanınca film sahnelerini hatırlar, sonunda bir somun ekmekte karar kılırlar.

“Porto şarabı içebilirsiniz ya da filmlerdeki insanlar ne içiyorlarsa.

Peki, sadece kendimizi götürürüz, dedim.

Fran dedi ki, benim yaptığım ekmekten bir tane götürelim.”

Bud ve Olla’nın tarif ettikleri adrese vardıklarında yeşillikler içinde, masalları andıran bir kır evi bulurlar. Ancak bacadan tütmüyordur. Carver’in anlatıcısı hem bacadan dumanın tütmediğini hem de bunun normal olduğunu çünkü mevsimlerden yaz olduğunu söylüyor.

“Garaj yolunun sonunda gerideki ağaçların arasında, önünde veranda olan bir ev vardı. Evin bir bacası vardı. Ama yaz mevsimiydi, dolayısıyla elbette bacadan duman çıkmıyordu.”

Benim tanıdığım Carver bu cümleleri boşu boşuna kurmaz. Dışarıdan bakınca mutlu, huzurlu bir ailenin yaşadığını düşünürüz. Oysa ki o sıcacık yuva yoktur evin içinde. Bacadan duman tütmüyordur. Bir yandan da Carver bıyık altından gülerek şöyle der gibidir: Elbette mutsuz olacaklar, onlar çocuklu bir aile, ya siz ne bekliyordunuz? Nitekim arabanın lastikleri altında gıcırdayan mıcır, beyzbol büyüklüğündeki yeşil tuhaf sebzeler de bir şeylerin ters gittiğinin habercisidir.

Çocuk sahibi olmak istemediklerini bize söyleyen Jack ve Fran için karşılaşabilecekleri en tuhaf varlık bebeğin kendisi olabilirdi. Nitekim bahçede karşılaştıkları o egzotik canlı olan tavus kuşu aslında bebeği simgeler. Hem çok güzeldir, büyüleyicidir ancak sürekli bağırıp herkesi rahatsız etmekte ve halıya pislemektedir. (Aynı altını pisleten bir bebek gibi)

Dikkat edilirse tavus kuşunun sesi hemen bebek arabası görüldükten sonra, bebeğin ağlaması duyulması gereken noktada duyulur. Tavus kuşu ile bebek yan yana durup birbirleri ile şakalaşır, oyun oynarlar. Jack ve Fran tavus kuşuna büyülenmiş gibi bakarlar. Tıpkı yeni doğmuş bebeği ilk defa gören yeni evli çiftler gibi. Ancak evin içindeki tavus kuşundan Bud hiç haz etmemektedir. Olla için ona katlanmaktadır. (Bud bebek istememiştir. Olla istediği için çocuk yapmışlardır)

Satır arasında Bud hakkında verilen kısacık bir bilgi var. Bud, anne ve babasını küçük yaştayken kaybediyor. Annesi ölüyor babası da bunun üzerine çekip gidiyor. Olla ile evlenmiş, kadına karşı tavırları kaba. Ancak yine de onun isteklerini yerine getiriyor görünüyor. Tavus kuşuna karşı ise resmen düşmanca davranıyor. Kendi bebeğine karşı da bu kadar sevgisiz olabilir mi?

Fran’ın evi görür görmez bu tip kır evindeki yaşama özendiğini söyleyebiliriz. Bud’dan hoşlanmış gibi görünür. Adam çiftçilik de bilmekte, Jack’e göre daha becerikli görünmektedir.

Metinde kahramanların neredeyse tümünün yiyeceğe karşı abartılı düşkünlüğü olduğunu ve çok da bencil olduklarını görüyoruz. Yemeklere hep birlikte ‘yumuluyorlar’. Jack sofra duası esnasında sadece birazdan neleri yiyip yutacağın düşünüyor. Tabaklar ‘biraz daha’ püre, salata, jambon ve tatlı patates ile dolduruluyor. Bu sahnenin bu şekilde yazılmış olma nedeni nedir?  Kahramanların açgözlülüğünü, hayattan hep daha fazlasını istediklerini anlatmak olabilir mi? Fran, metnin sonunda  çocuk sahibi olmak istiyor; ama başka çocuklara karşı sevgi beslemiyor. İçlerinde en sessiz, dindar (sofra duası bittiğinde onun ‘Amin’ dediğini duyuyoruz) ve uysal karakter Olla gibi görünüyor. En gizemli karakter de o.

Bud ve Olla, Joey’i (tavus kuşunu) nasıl edindiklerini anlattıklarında ilişkilerine dair ipuçları ediniriz. Olla çocukluğundan beri tavus kuşunu istemiştir ve Bud kabul etmemiştir.

“Bud, ben bir tavus kuşu istiyorum dedim. Bud bu fikre gülüp geçti.”

Peki Bud tavus kuşuna düşmanca davrandığına göre neden bu kuşa evde bakmayı kabul etmiş olabilir? İlk anda Bud’ın karısını sevdiği için bu kuşa da katlandığını düşünüyoruz. Fakat gerçek bize söylendiği gibi olmayabilir. Nitekim Olla kocasının her dediğine inanmamamız konusunda bizi uyarıyor:

‘’Sonunda sordum, soruşturdum, dedi Bud. Komşu ilçede onları yetiştiren bir ihtiyar olduğunu duydum. Cennet kuşu diyordu onlara. O cennet kuşu için yüz papel ödedik, dedi. Alnına vurdu. Ulu tanrım, pahalı zevkleri olan bir karım var.

Bud, dedi Olla. Bunun doğru olmadığını biliyorsun.”

Peki o zaman Bud nasıl bu hayvana bakmaya razı olmuş olabilir? Bunun yanıtını yine Olla veriyor.

Her şey bir yana Joey iyi bir bekçi köpeği, dedi Fran’e. Joey varken bir bekçi köpeğine ihtiyacımız yok. Her şeyi duyabiliyor.”

Şimdi Olla’nın gizemi üzerine biraz çalışalım. Olla ile tanıştığımızda kadının fizik olarak hiç de çekici olmadığını görüyoruz. Fran onun yanında çok daha güzel, uzun boyludur. Olla akşam yemeğinden önce Fran, Bud ve Jack içerken sadece alkolsüz bira içer. Olla’nın alkolsüz bira içtiği metinde birkaç kez yinelenir. Sebebini anlamak çok zor değil. Olla’nın eski kocası alkol bağımlısıdır, anlaşılan kadın geçmişte kötü bir evlilik yaşamıştır. Kadın artık alkolden uzak durur. Zaten Bud’da yemeğin yanında süt içecektir.

“Peçeteleri unuttum, dedi Olla. Kim ne içmek ister? Bud bütün yemekleri ile süt içer.”

Olla hakkında metin boyunca dikkatimizi çeken ilk şeylerden biri kadının TV üzerinde duran alçıdan yapılma dişleridir. Bu dişler metinde ısrarla tekrarlanır. Şimdi dişlerle ilk karşılaştığımız paragrafı okuyalım.

Fran beni dürttü ve başıyla televizyonu işaret etti. Tepesine bak, diye fısıldadı. Benim gördüğümü sen de görüyor musun? Onun baktığı yere baktım. İnce, kırmızı bir vazo vardı, içine birisi birkaç bahçe papatyası tıkıştırmıştı. Vazonun yanında, dantel örtünün üstünde, dünyanın en çarpık, en çentikli dişlerinden oluşan eski bir alçı kalıp duruyordu. Korkunç görünümlü şeyin dudakları yoktu, çenesi de yoktu, sadece koyu, sarı zamka benzeyen bir şeye yerleştirilmiş o eski alçı dişler vardı.”

Metinde kırmızı vazo (Olla) dikkatimizi çeker, içinde papatyalar gelişigüzel konmuştur. Olla eski çirkin dişlerin hikayesini anlatır. Olla kocasına minnettar olduğunu söyler. Çünkü onu o eski çirkin dişlerden kurtarmıştır. Eski kocası hem alkolikti hem de karısının güzel görünmesi ile zerre kadar ilgilenmiyordu. Peki, şimdilik bu bilgi kenarda kalsın. Olla’da dikkatimizi çeken bir özellik sık sık yüzünün kızarıyor oluşudur. Olla dişlerin hikayesini anlattıktan sonra da yüzü kızarmaya devam edecektir. (Halbuki kocasına minnet duyduğu için rahatlaması gerekmez miydi?)

İşte o bölüm:

Sonra Bud çıkageldi ve beni bu dertten kurtardı. Birlikte olmaya başladıktan sonra Bud’ın söylediği ilk şey, ‘Şu dişleri yaptıracağız, oldu. O kalıp ortodontiste yapacağım ikinci ziyaret vesilesi ile Bud’la buluşmamızdan hemen sonra yapıldı. Teller takılmadan hemen önce.

Olla’nın yüzünün kızarıklığı geçmedi. Ekrandaki görüntüye baktı. Alkolsüz birasını içti, başka söyleyecek bir şeyi yok gibiydi.”

İlginç olan Olla’nın bu eski çirkin dişleri bir türlü bırakmak istememesidir.

Olla uzanıp kalıbı (alçı dişleri kastediyor, açıklama bana ait) Bud’dan aldı. Biliyor musunuz, ortodontist bunları alıkoymak istedi. Konuşurken onları kucağında tutuyordu. Olmaz dedim. Onların benim dişlerim olduğuna dikkatini çektim.”

Olla otururken de dişleri elinden bırakmak istemez. Kadının yüzünün kızarmadığı neredeyse tek an bebeğinin yanında olduğu andır. Onu çok sevdiğini, gurur duyduğunu, onun yanında kendisini değerli bir anne gibi hissettiğini düşünebiliriz.

“Onu kollarının altından tuttu, böylece bebek bize bakarak onun kucağında ayakta durabildi. Olla bir Fran’a bir de bana baktı. Yüzü kızarmıyordu artık.”

Olla’nın neden yüzü kızarıyor olabilir? Kocasına minnettar olduğunu, onun sayesinde eski çarpık dişlerinden kurtulduğunu söylüyor. Acaba doğruyu söylemiyor olabilir mi? Metinde birçok yerde karakterlerin çelişkili konuşmalarına rastlıyoruz. Sözleri ile eylemleri birbirini tutmuyor. Metinde dikkatimizi çeken başka ögeler de var. Örneğin; yemek yemeden önce hep birlikte TV izlerler. Bud Jack ile birlikte zamanını araba yarışı izleyerek tüketir. Hatırlarsak metnin başında sekiz ayın nasıl geçtiğine şaşıyordu Jack. Ayrıca modifiye arabaların yarışı, çarpışma ve bazı sürücülerin yaralanmış olması okura aşağıda değineceğimiz gibi yeni şeyler de çağrıştırır.

Şimdi elimizdeki parçaları birleştirelim…

Eski dişlerini sürekli görmek isteyen Olla. Dişlerin ‘alçıdan’ üretilmiş olması. Joey’in kafasına vuran Bud. Kocasının sözlerini öyle değildi diyerek yanlışlayan Olla. Olla’ya hakaret eden Bud. Modifiye arabalar. Kaza. Yaralanan insanlar. Dişlerini kucağında tutan Olla. Kızaran Olla.

Evet, bingo! Carver’in okurları öykülerinde sık sık şiddete yer verdiğini bilirler. Bu öyküde de bize gösterilen mutlu aile tablosunun ardında aslında trajedi yatmaktadır. Eski alkolik kocasından kaçan Olla muhtemelen Bud tarafından şiddet görüyordur.  Dişlerini kaybetmesinin sorumlusu belki de Bud’dır; ancak misafirler geldiğinde gerçeği gizlemek zorundadır.

Metinde bir de kuğu şeklinde küllük dikkatimizi çeker. Kuğu dişiliği sembolize eden güzel bir hayvandır ancak içine kül boşaltıldığı zaman eski güzelliğini yitirecektir.

Metnin sonlarında Jack’e karısı tohumlarını içime boşalt, diyecektir. Çocukları olduktan sonra Jack’in çocuğunun karakterini sevmediğini görüyoruz. Eh kötü tohumdan kaynaklanıyor olmasın? Hatırlayacak olursak metnin başında Bud, Jack’e ikinci puroyu da verdiğinde ikinci puronun doğacak çocuğa gönderme olabileceğinden bahsetmiştik. Bu noktada yanılmadığımız ortaya çıkıyor. Türkçe çeviride tam anlaşılmıyor; ancak orijinal metinde doğan çocuğun erkek olduğu görülüyor.

“Gerçek şu ki çocuğumun içten pazarlıklı bir yanı var. Ama ben bunu konuşmam. Annesiyle bile. Özellikle onunla.”

“The truth is my kid has a conniving streak in him. But i don’t talk about it. Not even with his mother. Especially her.”

Metinde anlatıcı Jack hiçbir zaman çocuk istemediğini söyler. Aslında Fran da Jack de ne istediklerini bilmeyen, savrulan insanlardır. Fran’ın bir gecede bebeği nasıl sevmeye başladığını ve o akşam kocasından bir çocuk istediğini şaşkınlıkla okuruz. Jack Fran’ı kaybetmemek için çocuk sahibi olmayı kabul etmiş olabileceği gibi Bud ve Olla’nın yaşamı onlara daha renkli görünmüş de olabilir. Bebek başından beri çok çirkin olarak anlatılır; fakat biliriz ki sadece kahraman kendi gözünden algıladıklarını bize anlatmıştır. Aynı bebek Olla için dünyanın en tatlı varlığıdır şüphesiz.

Tüyler öyküsü, kapalı kapılar ardında anlatılmayan, konuşulmayan, gizlenen trajedilerin yaşandığını gösteren bir öykü. Kahramanlarının acılarını okura aktarmanın en güçlü yolunun onları konuşturmak yerine söylenmesi, anlatılması zor olanı hissettirmek olduğunu biliyor Carver. Okur kahramanların bu konu hakkında konuşmak istemediklerini, sustuklarını ya da yalan söyleyerek gerçeği gizlediklerini görünce onların acılarını daha ‘gerçek’ buluyor. O kahramanları daha inandırıcı ve güçlü buluyor.

Ne yazık ki asıl trajik olan Carver’ın hikayesi değil. Jack, Fran, Bud ve Olla’nın başından geçenler de değil. Trajik olan Carver’in bu dört kahramanı anlatırken, bu eğitimsiz, yaşamı TV izleyerek öğrenmeye çalışan, savrulan, başkalarının hayatına öykünerek kendi hayatlarını tüketen insanları anlatırken aslında bizi, hepimizi anlatıyor olduğudur.

Raymond Carver Kitapları

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Canan Güceyü için bir yanıt yazın X

8 + 1 =

3 Yorum

  • Ne kadar güzel anlatım ve çıkarımlar.Okurken kendimi öykünün içinde buldum.Bravo!

  • Nefis bir analiz. Büyük keyifle okudum. Öykünün alımlayıcı tarafından hissedip anlaşılamayan tüm loş noktalarını aydınlatmışsınız. Kaleminize, emeğinize sağlık! Ayrıca bu yazı sayesinde bu güzel siteyle karşılaşmış oldum. Teşekkür ederim.