Edebiyat

ÖYLESİNE

“Kiminin duası, kiminin parası,” derdi babam. Bu cümleyi ilk duyduğumda beş yaşındaydım. Babam, bu cümleyi, dua etmek yerine bize para yardımı yapan birinin arkasından söylemişti. Hakkımızda duaların bol; ama paramızın hiç olmadığı yıllardı. Babamın gözlerinin içi gülerdi. Ne hissederdi, ne düşünürdü asla anlayamadığım bir gülüştü. Sevinç mi hüzün mü? Aynı duyguları, -hangi duyguları yaşadığını bilmediğim- acaba bende yaşayacak mıydım? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim.

“Kaçıncı yüzyılda yaşadığının önemi yoktur. Sen içindeki yüzyıla ayak uydurabiliyor musun ona bak,” dedi biri. Bu cümleyi kimin söylediğini hala hatırlamıyorum. Belki sadece öylesine duydum bir yerlerden. Öylesine duyduğum o kadar çok şey var ki; hangisini, ne zaman hatırladığımı bilmiyorum; ama şunu biliyorum: Hayatı, hep öylesine duyduğum cümlelerle tecrübe ettim, ediyorum. Hiçbiri, hiçbir zaman bana ders olmadan öylesine girip öylesine çıktı hayatımdan. Cümlelerin anlamını çözememem, insanların iç yüzünü görmemdendi. İlk kez dinlediğim bir şarkının tüm heyecanı bedenimi sararken, aslında onu da bir yerlerde deneyimlediğimi anlıyorum. Çok bilgece değil mi? Hatta çok iddialı! Öylesine duyduklarım, öylesine yaşanılanlarla aynıydı. Kiminin duası kiminin parası kasıtlı bir yaptırım. Bana yardım edeceksen ya dua et ya da para ver demekten başka bir işe yaramayan boş, anlamsız bir yaptırım. Beş yaşımda bunları düşünmüyordum tabi ki… Şu andaki yaşımla, şu andaki aklımla geçmişe gidip düşünüyorum. Geçmişi oturup düşündüğüm çok nadir, sadece cenazelerde kaybedilenlerin arkasından düşündüğüm kadar. Şu an bu cümleleri bir cenazeden yazdığımı anladığınızı varsayıyorum. Hayır! Ölen babam değil; ama kesik kesik de olsa her cenazede aklıma nedense onun söyledikleri, anlattıkları, görüntüsü geliyor hep… Bir sahne bitmeden bir başka sahne geçiyor gözümün önünden. Gerçekte yaşadıklarımla, öylesine duyduklarım birbirine karışıyor zaman zaman; hatta çoğu zaman! Böyle zamanlarda kaçıncı yüzyılda yaşadığımın bir anlamı kalmıyor. Öylesine yaşıyorsun işte. Cenaze kimin, bilmiyorum. Yolda yürürken cemaatin kıldığı namazı görünce sokuldum aralarına. Birazdan hoca soracak: “Hakkınızı helal ediyor musunuz?”

“Hayattayken hiç görmediğimiz birine hakkımızı helal edebilir miyiz?” diye soracağım hocaya. Sorunun cevabını merak ettiğimden değil de tepkisini görmek istediğimden. Böyle anlarda, -onlar için saçma olan- benim hınzırca sorduğum sorular karşısında annem hep azarlardı beni. Aslında etrafa karşı azarlıyormuş gibi yapıp gizli gizli evde benim sorularımı tebrik ederdi içinden, biliyorum. Babamın aksine annem hınzırdı; ama kafasının içindeki parmaklıklardan kurtulamadı hayatı boyunca. “El alem ne der?” diye diye ömrünü çürüttü. İyi kadındı.

İşte geldik en heyecanlı ana… Hoca soruyor: “Hakkınızı helal ediyor musunuz?“ Her cenazede üç kez tekrarlıyor bu soruyu. Üç kez olmasının özel nedeni vardır mutlaka. İlk soruyu duyup boşluğuna gelenler ve helal edenlere, ikinciye emin misin, bak belki ilkini anlamamış olabilirsin, üçüncüsünde ise bu sana son ihtarım, ya hakkını helal et ya da ömür boyu sus demek içindir hepsi. Aslında merak edip hiç araştırmadım neden üç diye… Kulaktan dolma hurafelerle insanların “Allah’ın hakkı üçtür!” dediklerine inanmayalı da yıllar oldu.

Herkes hakkını helal etti. Cenaze bitti. Herkes mecburi görevini yerine getirmenin iç huzuruyla dağıldı, dünyalık işlerine… İç huzur demişken, ölüm sırasının kimde olduğunu merak eden olmuş mudur aramızda?

Sevcan Özbek Akın

Küçüklüğünden beri okuma heveslisi; önüne ne gelse okuyan, bu zamana kadar dünyanın birkaç ülkesi dahil, birçok sokak, mahalle, şehir gezmiş, biraz takıntılı, biraz dağınık birisi. Yazmayı ilk defa ortaokulda denemiş; ama ben bunu yapamıyorum, deyip vazgeçmiş. Bu tutku aklının bir köşesinde kalmış olacak ki yıllar sonra bu işin eğitimini almaya karar vermiş ve Yazarlık eğitimi sırasında harika insanlarla bir araya gelmiş büyük bir heyecanla karnavalın renklerinden biri olmaya karar vermiş.

YAZAR HAKKINDA

Sevcan Özbek Akın

Küçüklüğünden beri okuma heveslisi; önüne ne gelse okuyan, bu zamana kadar dünyanın birkaç ülkesi dahil, birçok sokak, mahalle, şehir gezmiş, biraz takıntılı, biraz dağınık birisi. Yazmayı ilk defa ortaokulda denemiş; ama ben bunu yapamıyorum, deyip vazgeçmiş. Bu tutku aklının bir köşesinde kalmış olacak ki yıllar sonra bu işin eğitimini almaya karar vermiş ve Yazarlık eğitimi sırasında harika insanlarla bir araya gelmiş büyük bir heyecanla karnavalın renklerinden biri olmaya karar vermiş.

Bir Yorum Yazın

+ 45 = 46