Karım evi terk edeli bir haftayı geçti. İnsan hep bir şeylerin gölgesine yaslanmak istiyor. Şarabı seçtim ben de. Kafam güzel olunca hayatım da yoluna girer sandım. Güneşin yeni gelin gibi utanıp gözlerden uzak olduğu bir sabah taksiden indim. Uzun uzun yürüdüm. Nihayet bir tekelin önüne geldim.
Tekele girecekken köşedeki sahaf dikkatimi çekti. Bakımsız bir binaydı. Girişinde paslanmaya yüz tutmuş bir levha vardı. “YERALTI SAHAF” yazıyordu. İlgimi çekti. O tarafa yöneldim. İçeriye girdim. Hemen girişte küçük bir oda vardı. Seslendim ama cevap alamadım. Dolaşmaya başladım.
Suç ve Ceza… En son fakültedeyken okumuştum bu kitabı. Kaç sene geçmiş elime almayalı! Kitabın arka sayfalarında bir dolgunluk hissettim. Saman renkli bir zarf. 80’lere ait bir pul. Üzerinde “Şahika’ya…” yazılı bir not.
Odamın perdesi ardına kadar çekiliydi. Gece, mektubun üzerinde huysuz bir hayvan gibi dolanıyordu. Etik olmasa da mektubu açıp okudum.
“Şahika’m… Nasılsın? Ben iyiyim. Daha doğrusu biz iyiyiz. Yoldaşlarımız iyi. Babanın inadını kıramadım bir türlü. Ama olsun. Bir şekilde ikna edicem onu. Ufak ama şirin bir yuvamız olacak. Senin istediğin yeri kiralıycam. Kasap Necati’nin arkasındaki o evi… Bu ülke hepimiz için yaşanılır bir yer olsun diye uğraşıyoruz. Ama bir yolunu bulup kokunu içime çekmeye gelicem. Bekle beni. Zeyno’ya verebilirsin bunu. Bana getirir. Şimdilik bu kadar. Hoşça kal. Sevdalın Memet.”
Mutfağa yöneldim. Bir kadeh şarap istedi canım. Nereden alıştıysam bu merete? Daha bir yudum almadan içeriden tıkırtı geldi. Ürperdim.
Çekmeceyi hızla açtım. Elime gelen ilk bıçağı çektim. Sesin geldiği oturma odasına doğru ilerledim. Karaltıya karşı testere bıçağını salladım. Mazlum bir iç çekiş… Hemen ışıkları açtım. Yerde yatan ince, uzun adama baktım. Sırtına denk gelmişti bıçağın yakıcı yüzü.
Bu ilk değildi. Bir yerlerden tanıdık geliyordu bu his. Karıncalanmaya başlayan ellerim kanlı bıçağı yere fırlatıverdi. Bir anda her şey değişti. Oturduğum ev değişti. Sabahki sahaf dükkanına dönüştü bir anda. Girişteki küçük ve sessiz oda canlanıverdi.
- Bunu bana nasıl yaparsın Şahika? Bilmem ne karıları gibi…
- Ağzını topla. Sanki bilmiyordun. Babam zorlamasa varmazdım sana.
- Yazık be. Nalet bir kadınmışsın sen.
- Ben hep Memet’i sevdim. Son nefesime kadar da onu sevicem!
- Oğlundan utan bari. Hiç mi düşünmüyorsun onu?
İnce, uzun adam damarlı parmaklarıyla kadına tokadı yapıştırdı. O daha yerden kalkmadan üstüne çullandı. Boğazını ele geçirdi. Sıkmaya başladı. O anda 9 – 10 yaşlarında kumral bir çocuk girdi içeriye. Elindeki bıçağı adamın sırtına sapladı. Nefessiz kalan adam can havliyle oğlanı kitap yığınlarının üstüne fırlattı. Ama canı yanıyordu. Gözünden bir damla yaş düştü.
Kadın yerdeki bıçağı kavradı. Adamın her yerine sapladı. Ortalık kan gölüne döndü. Kan gölüne… Kan… Ka…
Dehşet içinde oradan kaçtım. Soluklarım kalbimin atardamarlarına yuva yaptı. Babasının ölümünü izleyen çocuğun tüm bu faciaya sebep olduğunu biliyordum. Parmaklarımı saçlarımın kumrallarında gezdiriyordum.
- Baba bak!
- O ne?… Mektup mu?
Zarfı babama uzattım. Üzerinde bir şey yazmıyordu.
- Kime gelmiş baba?