Edebiyat

RULET

Şıp, şıp, şıp… Yaptırmayı hiç düşünmediği musluk hep aynı ritimle damlatıyor suyu küvete. Hiç değişmeyen bir ritim. Aynı benim değişmeyen, sıkıcı hayatım gibi. Zaten hep  çok sıkılırım.

Ayağımın altındaki mermer soğuk. Ayaklarım daha da soğuk. Parmak uçlarımsa birer buz parçası sanki. Neden uçlar hep daha soğuk olur? Parmak ucu, burun ucu, meme ucu, göz ucu… Yok, deyim o. Kutuplar…  Kuzey güney… Kutuplar hep soğuk. Uçlar… Buz gibi… Neden? Fizik kuralı, doğa kanunu…

Neyse ki yukarı doğru biraz ısınıyor vücudum. Yoksa titremeye başlayıp elimdeki silahı da doğru düzgün tutamayacağım. Sahi, kaç el oldu? Dört mü, üç mü? Üç oldu. Yani olacak. Şimdi benim sıram. Horozu kurdum, tetiği çekeceğim. Ama şu karşımda bana bakan adam dikkatimi dağıtıyor; geriliyorum. Bilerek yapıyor; beni sinirlendirmek için. Bir gülüyor, bir duruyor. Ağzı da kıpır kıpır… Ne diyor öyle? Şıp, şıp, şıp… Şarkı mı mırıldanıyor? Yaptırmadı musluğu. Geçen de söylüyordu. Dolandı benim de. Neydi? Dara ra daraa raa raa… Yok değil. Dara dara da dada ra… Hayır hayır! Sorsam? Güzeldi de… Söylemez. Daa rar rrr ara… Adiliğinden. Gözlerini de kısmış. Ne düşünüyor acaba? Konsantre. Hesap mı ediyor yoksa? Biliyor kurşun ne zaman silah ateş alacak. Kaç el? Üç… Bir gitti. Altı da bir. Beş yuva, bir fişek… Bir bölü? Yok. Beş çarpı, bir bölü… Hayır. Dört yuva, dört de bir? Bir bölü dört… Yüzde kaç? Yirmi beş şimdi olasılığı… Patlar mı? Düşük ihtimal. Hesap mı ediyor bütün bunları? Yok, bilmez o öyle hesap kitap. Canı ne isterse onu yapar. Takılmaz detaylara benim gibi.

Ama az kaldı. En fazla dört kurşun sonra veda ediyorum ona. Bunun için ne kadar teşekkür etsem az, hakkını vermeliyim. Yaklaşık bir ay önce, bu şahane fikirle geldiğinde çok şaşırmıştım. Yine böyle karşıma geçmiş, birbirimizden nasıl kurtulacağımızı anlatıyordu. Dedi ki, ‘’ Harika bir fikrim var.’’          ‘’Söyle,’’ dedim. ’’Çok güzel bir oyun geldi aklıma ve sonunda da kim kaybederse kaybetsin, ikimiz de kazanacağız.’’ Çok heyecanlanmıştım. ‘’Hemen anlat,’’ dedim. ‘’Rulet,’’ dedi. ‘’Rulet oynayacağız. Kaybeden ebediyen yok olacak!’’ Bir an bakakaldım. Bu harika, hem de kesin çözüm nasıl benim aklıma gelmemişti? Hiç sıkıcı değil. Özel bir oyun… Öyle herkesin oynayabileceği  bir şey değil. Ya deliler oynar ya da çok cesurlar. Bense… Ben sıkıldığım için oynuyorum.

Bu güzel fikri hayata geçirmeye karar verdikten sonra, silahı bulmamız biraz zaman aldı. Ben güzel bir silah istedim. Eskilerden bir altıpatlar… Smith Wesson, 38 kalibre… Ahşap kabzalı, sağlam bir silah.

İkinci kez silahı kafama dayadım. Merak ediyorum. Namlu ile iğne arasında fırlamaya hazır bir mermi mi var, yoksa…  Gözlerimi kapattım, tetiği çektim. Klik… Kulağıma çok hoş gelen klik sesi… Şansım bugün yüksek. Fazla bekletmeden sağ eline bırakıverdim Wesson’u. Daha ben elimi indirmeden dayadı kafasına silahı, çekti tetiği. Bu sefer çıkan klik sesi önceki kadar rahatlatıcı gelmedi kulağıma. Silahın sol avcuma dönmesi bir dakika bile sürmemişti. Bir de özür diler gibi bakıyordu yüzüme. Yine kaybettin der gibi… Sanki biliyor; eninde sonunda benim elimde patlayacak o silah. Ah! Şimdi çevirsem namluyu ona. Nasıl da şaşırır! Çeksem tetiği… Kurşun son hızla beynini delip geçse; karşısındaki aynayı bin parçaya bölse, duvarı da delse geçse, diğerini de, diğerini de…  Her şeyi paramparça etse, her yeri doğan güneşten de kızıla boyasa… Ben de onun yüzündeki paha biçilemez, şaşkın ifadeyi görsem! Bunu benden asla beklemezdi. Doğru. Ben de asla yapmazdım. Şimdi de yapamam. Kurallara aykırı. Sıra bende. Hem sonunda ikimiz de kazanmayacak mıydık zaten? Tek bedende… Sadece şu kendini beğenmiş surat ifadesi sinirimi bozuyor. Korktuğumu zannediyor. Korkmuyorum. Çekeceğim tetiği. Korkmuyorum. Hayır, sadece bitmesini istiyorum artık bu oyunun. Çok sıkıldım bu oyundan da. Zaten hep  çok sıkılırım.

 

Ezgi Orhan

Poe’nun dehşetengiz öykülerinin karanlığı ile Miyazaki’nin rengarenk ve duygu dolu dünyasının arasında kalmış, yolunu bulmayı çok da umursamayan kayıp bir ruh. Neden yazar, neden çizer? Çünkü konuşmayı sevmez, anlatmayı da sevmez; ama hayal etmeyi sever. Gerçekleştirmeyi umursamadan hayal eder. Bunları da kağıda döker. İleride ait olamadığı bu dünyadan kaçıp Neverland’a yerleşmek, kitapları ve boyaları ile sonsuza dek mutlu yaşamak istemektedir. Ama şimdi katılması gereken bir karnaval var.

YAZAR HAKKINDA

Ezgi Orhan

Poe’nun dehşetengiz öykülerinin karanlığı ile Miyazaki’nin rengarenk ve duygu dolu dünyasının arasında kalmış, yolunu bulmayı çok da umursamayan kayıp bir ruh. Neden yazar, neden çizer? Çünkü konuşmayı sevmez, anlatmayı da sevmez; ama hayal etmeyi sever. Gerçekleştirmeyi umursamadan hayal eder. Bunları da kağıda döker. İleride ait olamadığı bu dünyadan kaçıp Neverland’a yerleşmek, kitapları ve boyaları ile sonsuza dek mutlu yaşamak istemektedir. Ama şimdi katılması gereken bir karnaval var.

Bir Yorum Yazın

7 + 1 =

5 Yorum