Edebiyat Sanat

HOYRATLIK

İbrahim Yontargil ve Hoyratlık üzerine

Hoyratlık, İbrahim Yontargil’in ilk dönem eserlerinden en ünlüsüdür. Sanatçı, henüz güzel sanatlar fakültesinde öğrenciyken yapılmıştır.

Yontargil’in  Yaşamı

Sanatçı, bilindiği gibi Manisa doğumlu. Babası Emin Yontargil, Yatağan Termik Santrallerinde maden işçisi olarak görev yapmış. Erken sayılabilecek yaşta (51) akciğer kanserine yakalanması sonucu aile maddi zorluklar çekmeye başlıyor. Evin tek erkeği olan Yontargil, gündüzleri derslere girip iş çıkışında da taksi şoförlüğü, otellerde resepsiyonistlik, pavyon fedailiği ve gece döneri ustalığı gibi çok çeşitli işlerde çalışıyor. Onun eserlerini yakından takip edenler, genç heykeltıraşın ruhunun karanlık yönlerini de bilirler ve bu meslekleri seçme sebebinin tamamen maddi kaygılar olmadığını sezerler.

İlk eser

Hoyratlık adlı eser ilk bakışta bir heykeltıraşın değil, bir amatörün hatta oyun hamurları ile oynayan bir çocuğun elinden çıktığı izlenimini verir. Hatlar özensizdir. O kadar incelikten yoksundur ki uzun süre bakmak bile istemeyiz. Oysa dikkatle incelendiğinde bu basit görünen eserde pek çok alt metin bulunabilir.

Hoyratlık üzerine çalışırken kullanılan plastik modelaj kalemleri

Peki, ne anlatır Hoyratlık? Öncelikle erkek figürü dikkatimizi çeker. Reliefin yarısından fazlasını, neredeyse tamamını kaplamıştır. Hemen yanında, (erkeğin sağında) bir başka figür görürüz, bu erkekten daha çirkin ve yaşlı bir figürdür. Kirpikleri olmasa kadın olduğunu anlamamıza imkân yoktur.

HOYRATLIK, KİL ÇAMUR ÜZERİNE

Eserde erkek ve kadın tek baş üzerinde betimlenmişlerdir. Tek baş, birlikte hareket etme, birlikte düşünme, ortak karar alma anlamına gelir.  Relief dikkatle incelendiğinde burunun da ortak olduğu görülür. En hayvani duyumuz olan koklama eyleminin iki cins için de ortak betimlenmesi, ister istemez akla ortak dürtüleri ve hazları getirir.

Hoyratlık, fırınlanmamış

Erkek figürü son derece dikkat çekicidir.  Dudağın üzerine yerleştirilen üst üste iki tane bıyık adeta çifte maskülenliği simgeler. Ağız açıktır ve büyüktür. Dişler iri ve ortadadır. Erkek figürünün, açlık, şehvet, azgınlık, oburluk gibi pek çok şeytani dürtüyü çağrıştırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Dişi figür ise erkekten tamamen farklıdır. Yontargil, erkeğin kocaman açılmış ağzına karşı asimetri yaratarak, küçücük, kapalı bir ağız konduruvermiştir.  Erkeğin konuştuğu, bağırdığı, emirler yağdırdığı bir dünyada susan kadın figürü şüphesiz günümüz toplumsal, cinsiyet ilişkileri ve iktidar bağlamında pek çok şey söyler.

dişi figür (yakından)

Dişi figür ayrıca iki katmanlıdır İkinci katman, yaşlanmışlığı, yıpranmışlığı olduğu kadar, kadının çok katmanlı ve derinlikli ruh halini de akla getirir. Kadın, erkek sebebiyle, onun hoyratlığı, kendi üzerine kurmak istediği baskı ve iktidar sebebiyle çökmüştür. Fakat yine de, her şeye rağmen, derinlerde keşfedilmeyi bekleyen taze, genç bir ruh barındırmaktadır, mesajı verilmektedir.

Yontargil’in atölyedeki mermer masasından başka bir kare

Dikkatimizi çeken başka bir nokta ise, kadın ile erkek figürünün ortasında yer alan “kulak” motifidir. Tıpkı baş ve burun gibi kulak da ortaktır. Sanatçı, çiftlerin birbirlerini dinlemeleri gerektiğini söylemektedir. Kulağın boş vazo şeklinde tasarlanmış olmasına da dikkatimizi çeker. Vazo boştur. Çiçek ile dolmaya, yani erkeğin sevgi ve ilgisine ihtiyacı vardır. Ancak o zaman kırış kırış yüz yenilenebilir. Kadının ruhundaki yeni katmanlar ortaya çıkar. Bu ikinci dönem, hem kadın hem de erkek için yeni bir başlangıç ve ortak mutluluk demektir. (Ortak başın ortak yaşam anlamına geldiğini hatırlayalım)

Vazo şeklinde kulak figürü

Eser üzerine başka bir okuma da tüketim karşıtlığı üzerinden yapılabilir. Yontargil adeta, kadınlara dönüp, kozmetik ürünler ile cildinizi yormayın, kendinizi kandırmayın; güzelleşmek için makyaj malzemelerine değil sevgiye ihtiyacınız var, demektedir.

Mükerrem Subaşı Hadisesi ve Hoyratlık Eseri Üzerine Etkileri:

Günümüzde hala bu esere kimin ilham verdiği tartışma ve merak konusudur. Yeni Sanat dergisi yazarı Cem Kilyan, heykeltıraşın yakın çevresi ile ettiği sohbetler, edindiği izlenimler neticesinde eserin Yontargil’in hayatından pek ok otobiyografik öğe taşıdığını iddia etmiştir. Kilyan’ a göre reliefteki yaşlı kadın figürü  İbrahim Yontargil’i çok uzun yıllardan beri tanıyan Mükerrem Subaşı’ndan başkası değildir.

Mükerrem Hanım, uzun yıllar boyunca İbrahim Yontargil’e komşuluk yapmıştır. Yaşça sanatçıdan çok büyük olan Mükerrem Subaşı’nın Yontargil’in çocukluk dönemine de tanıklık ettiği bilinmektedir. Selma Yontargil’in (İbrahim Yontargil’in annesi) anılarından, kendisinin misafir gezmelerine gittiği günlerde küçük İbrahim’e, -kendi deyişi ile- Mükerrem Hanım Abla’nin bakıcılık ettiğini öğreniyoruz.

İlerleyen yıllarda İbrahim Yontargil ile Mükerrem Hanım arasında sanat tarihinde eşine pek sık  rastlanmayan sıkı bir bağ, dostluk ilişkisi kurulacaktır.  Yontargil, ki o zamanlar idealist bir güzel sanatlar fakültesi öğrencisidir, yapmayı planladığı heykellerden heyecanla yaşlı kadına bahseder. Genç heykeltıraş, bir mektubunda, yaşlı kadına şöyle yazacaktır:

“Mükerrem, yaşam beni öyle heyecanlandırıyor ki! En çok kimsenin dönüp bakmadığı, basit şeyleri seviyorum. Canlı hayvanları sevdiğim kadar belki de daha çok cansız nesneleri seviyorum… Ağaç altındaki bir kaya, kurumuş dal parçası, tarlada yürürken gördüğüm bir hayvan iskeleti… Hemen atölyeme koşasım ve yemek yemeden, üstümü bile değiştirmeden çalışmaya başlayasım geliyor!”

İbrahim Yontargil’in canlı olmayan nesnelere, yaşlanan, ölüme yaklaşan canlılara ilgiisi bu kadarla sınırlı kalmayacaktır.  Fakülteyi bitirip diplomasını eline aldığında Mükerrem Subaşı’nın romatizma şikayetleri başlamıştır. Çift, birlikte Kapodakya’ya tatile çıkarlar. Bu üç günlük tatilin aralarındaki dostluğu daha da pekiştirdiğini ve hatta romantik hale getirdiği görülür. Mükerrem Subaşı, tatil dönüşünde romatizma tedavisi için Yalova’ya kaplıcalara gelir ve üç ay kalır. İbrahim Yontargil, markette kısa süreliğine kasiyerliğe başlayacaktır. Genç heykeltraş, mektubunda hem iş yaşantısının, hem de Mükerrem Hanım’dan ayrı kalmanın sıkıntılarını dile getirir:

“Erkeklerin geçinmek için çalışmak zorunda olmaları ne fena. Sabahtan akşama kadar bir sürü insan başımın etini yiyorlar ve ben patronun gözüne girmek için hepsine sırıtmak zorunda kalıyorum. Her şey bittiğinde atölyeme dönmek, tabureye oturup çalışmaya başlamak öyle keyifli ki! Günün tüm yorgunluğunu unutuyorum. Islak havluya sardığım kilimi, mermerin üzerine yayıyorum ve dokunmaya başlıyorum. Dakikalarca, bazen saatlerce hiçbir şey yapmadan sadece kile dokunuyorum. Bu bambaşka bir duygu. Beni yatıştırıyor. Beni dinginleştiriyor. Bazen kendi kendimden korkuyorum. Kil olmasa çok öfkeli, azgın, saldırgan bir adam olabileceğimden endişeleniyorum.

Kil ile nemli iken çalışılır. Fakat ben özellikle kurumasını, çatlamasını bekliyorum. O zaman bana senin cildini anımsatıyor.”

Bir başka mektuptan:

“Bugün Antik Mısır’dan bir röprodüksiyon çalıştım: Horus. Ben de Mısır heykeltıraşları gibi yeni bir şey söylemek yerine eskiden söylenmiş, yapılmış olanın aynını yapmak istiyorum. Herkes aynı bilince sahip olsa, zaman daha yavaş akar. O zaman durup dinlenebiliriz işte! Hayatımıza bakmaya, sorgulamaya fırsat bulabiliriz. Fakat bugün sanatçılar ne yapıyor? Hep yeni, farklı bir şey deniyorlar. Oysa yaptıkları sadece kapitalizme hizmet etmek!

Fakat zaman akıp gidiyor. İkimiz de yaşlanıyoruz. Mesele ne biliyor musun? Akışa kapılıp mutlu olmak değil. Akışı durdurabilmek… Birbirimizi sevdiğimiz ve birbirimizi tamamladığımız bu anda durabilmek!”

İbrahim Yontargil, son mektubunda ayrılığın getirdiği özlemi hayli erotik bir dille ifade eder:

“Mükerrem, son mektubunda bana cildinin sarktığından söz ediyorsun. Bırak sarsın. O sarkıklık, benzersizdir! Kadın vücudunu “taş gibi” diyerek betimleyen dangalaklar! Taştan bir sevgili isteyenleri, bırakalım gidip heykellere sarılsınlar! Ben senin sarkan yerlerini seviyorum. Yer yer dökülen beyaz saçların, gevşek tenin burnumda tütüyor. Seninle öpüşmeyi öyle özledim ki! Geceleri senin takma dişlerini çıkardığımı ve saatlerce öpüştüğümüzü hayal ediyorum.”

İbrahim Yontargil, otuzlu yaşlarına gelmeden Mükerrem Subaşı, yüksek tansiyon ve çoklu organ yetmezliğine bağlı olarak yetmiş dört yaşında hayatını kaybetti. Bu ölüm üzerine Yontargil iki yıl süren bir depresyon dönemi geçirdi ve bu süre boyunca hiç heykel yapmadı.

Sanatçının hayatını değiştiren başka bir dönüm noktası ise yine bir kadın,  Ceyda Kalender olacaktır. Kendisi ile otobüs beklerken tanışmıştır. Ceyda Kalender, o tarihte İngilizce öğretmenidir. İbrahim Yontargil’in adını duymuş, genç heykeltraşın kendine has mizacından çok hoşlanmıştır. O gün İbrahim Yontargil, kendisine gideceği yere kadar eşlik etmiş, gençler ayrılırken birbirlerinin telefon numaralarını vermişlerdir. Mutlu çift bu tanışmadan üç yıl sonra evlenirler.

Son söz

Peki, Hoyratlık için ne söylemeli? Her ne kadar iham kaynağının Mükerrem Subaşı olduğu kesin görünse de eser farklı okumalara da açıktır. Bugün ne yazık ki, Ceyda Yontargil, Mükerrem Subaşı’na ait mektupları ve fotoğrafları (İbrahim Yontargil’in kilitli çekmecesinde saklanan bu fotoğrafların müstehcen olduğu tahmin ediliyor) yok ettiği için ilişkileri hakkında kısıtlı bilgiye sahibiz.

Şüphesiz, eserdeki kadın figür ne kadar Mükerrem Hanım ise, erkek figür de o kadar İbrahim Yontargil’in kendisidir. Azgın, ağzını açmış maço erkek, heykeltraşın bilinçaltını dışa vurmaktadır. Sakin, sessiz mizacına rağmen, sanatçının zaman zaman öfke patlamaları yaşadığını karısı Ceyda Yontargil’in kimi açıklamalarından biliyoruz.

Sık sık Marques de Sade’ın “güzellik sıradandır” sözünü anan heykeltraş, hayatı boyunca aşka sıradışı bir gözle bakmıştır.  Hoyratlık, en basit anlamda çapkın maço erkeğin çirkin yaşlı kadın üzerindeki iktidar ilişkisini betimler.  Fakat sanatçının hassas ruhu dikkate alındığında bu çalışmanın vicdanının sesi, özür çığlığı olarak değerlendirilmesi daha doğru olur.  Bu takdirde eserin maskülen değil tam aksine feminen yönü ortaya çıkacak ve modern Türk heykelciliğinde hak ettiği değeri bulacaktır.

Irmak Erkan’ın tüm yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

+ 61 = 62
Powered by MathCaptcha