İncelemeler Sanat

EDWARD HOPPER – GECE KUŞLARI (NIGHTHAWKS) TABLO İNCELEMESİ

Gece yarısı, ıssız bir cadde… Biri kadın dört kişi kapısı bile olmayan bir lokantanın içinde oturuyor. Omuzları çökmüş, kendi düşünceleri içinde kaybolmuş dört gece kuşu… Sokağı aydınlatacak kadar güçlü olan ışık sanki onları sorgulamamızı bekler gibi bu dört kişinin üstüne vuruyor. Kimler? Neden buradalar? Birbirlerini tanıyorlar mı? Buradan çıkıp gittikten sonra ne yapacaklar?

Dört kişi, dört farklı hikaye… Arka plandaki ıssız sokaklarda, binaların açık pencerelerinde, dükkanların vitrinlerinde bir o kadar farklı hikaye daha…

Peki biz hangi hikayeye dahil olacağız? Hangisinin yalnızlığını paylaşacağız? Yoksa kendi hikayemizi kendimiz mi yazacağız? Bunların hepsini yapabiliriz. Ama gelin önce resmin ve ressamın kendi hikayesine bir göz atalım.

KENTSEL YALNIZLIĞIN RESSAMI: EDWARD HOPPER

Edward Hopper (1882-1967)

Edward Hopper her ne kadar kendisi kabul etmese de Amerika’nın en büyük realist ressamlarından biri olarak kabul edilir. 1882 yılında New York şehrinin kuzeyinde, Hudson Nehri’nin kıyısında dünyaya gelmiştir. Yaşadığı yüzyıl Amerika ve Dünya için büyük gelişmelerin ve değişimlerin yaşandığı bir yüzyıldır.

Orta sınıfa mensup Hollanda kökenli, varlıklı ve muhafazakar bir ailenin iki çocuğundan biri olan Hopper, küçük yaşta resme ilgi duydu ve ailesi tarafından desteklendi. Aynı zamanda entelektüel bir insan olan babası sayesinde Fransız ve Rus kültürünü yakından tanıma fırsatı buldu.

Liseden sonra üslubunun yavaş yavaş oluşmaya başladığı New York Sanat ve Tasarım Okulu’na başladı. Hopper’ı en çok etkileyen hocalardan birisi olan Ressam William Merritt Chase, onu izlenimcilik ile tanıştırmıştır. Bir diğer hocası ise üslubunda büyük etkisi olduğunu kabul ettiği, Amerikan realizminin kurucularından Robert Henri’dir. Robert Henri öğrencilerini şehir yaşamının gerçekçi tasvirlerini resmetmeye yönlendirmiştir. Yine sosyalist ve savaş karşıtı olan John Sloan’ın etkileri de Hopper’ın eserlerinde açıkça görülür. Sloan sokak sahneleri, restoran hayatı, salonlar, feribotlar, çatı üstleri ve arka bahçeleri resmetmiştir.

Solda William Merritt Chase, ortada Robert Henri, sağda John Sloan

Okul yıllarında nü, ölü doğa, manzara ve portre resimleri yapmıştır. 1903 yılında yaptığı  ‘’Solitary Figure in a Theather’’ isimli eseri ilerde imzası olacak yalnızlık temasına işaret eder.

’Solitary Figure in a Theather, 1903

Üniversiteyi bitirdikten sonra Paris’i ziyaret etti. O dönemde yükselişte olan modernist akımlardan kübizm ve soyut dışavurumculuk hiç dikkatini çekmemiştir. Onu asıl etkileyen Rembrandt’ın ‘’Gece Devriyesi ‘’ adlı eserin gerçekçiliği olmuştur.

Rembrandt van Rijn, 1642

Avrupa yıllarında ilk kez şehir ve mimari sahneleri resmetmeye başladı. İlk eserlerinde izlenimciliğin aydınlık renkleri görülse de daha sonra karanlık tonların hakim olduğu bir renk anlayışını benimsedi.

Amerika’ya döndüğünde kendini tamamen resme odaklamak istemiştir. Ancak dönemin şartları yüzünden üniversite yıllarında yarı zamanlı yaptığı illüstratörlük mesleğine geri dönmek zorunda kaldı. Reklam ve film afişleri hazırladı. Bu işi hiç sevmese de hayranı olduğu sinema ve tiyatro sahneleri, ilerde konu ve kompozisyon olarak kullandığı metotları etkilemiştir. 1920’lerin başında gravür ve sulu boya çalışmaları ile tanınmaya başladı.

Poster çalışmalarından örnekler. Sırasıyla Hotel Management,Smash The Hun,A Theater Entrance, Boy and Moon.

Gravürlerinde şehir manzaraları, yalnız figürler, boş sokaklar, ışık ve gölge arasındaki güçlü kontrastlar yarattığı sahneler resmetmiştir. Sulu boya çalışmalarında küçük kasaba ve kır manzaraları, yerel mimariyi resmetmiştir.

Gravür çalışmalarından örnekler. Sırasıyla, American Landscape, Evening Wind,Night Shadows,1921

Sulu boya çalışmalarından örnekler. Sırasıyla, Coast Guard Station, House of the Foghorn.

Katıldığı sergilerde başarı elde edememesi, ekonomik şartlar, depresyon, ilham ve üslup arayışı Hopper’ı belli bir süre resimden uzaklaştırdı. Ancak 1923 yılında üniversite arkadaşı Josephine Nivison ile evlenmesi her şeyi değiştirdi. Hopper’ın içine kapanık, melankolik kişiliğine tamamen zıt, neşeli ve enerjik olan Josephine ressamın hayatı boyunca onun en büyük destekçisi, modeli, yardımcısı ve ilham kaynağı olmuştur.

Eşinin cesaretlendirmesiyle ‘’Mansard Roof’’ isimli sulu boya eseri ile Brooklyn Müzesi’ndeki sergiye katıldı ve bu onun için dönüm noktası oldu. Bundan sonra kariyeri hızla yükselişe geçti ve eserleri günümüzde hala birçok kişiye ilham olmaya devam ediyor.

Mansard Roof, 1923

DÖNEMİN AMERİKASI

19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başları travmatik olayların, politik çalkantıların ve sosyolojik kırılmaların yaşandığı bir dönemdir ve toplumun her kesimini derinden etkilemiştir.

19. yüzyılın ikinci yarısında elektriğin kullanıma girmesi, petrolün kömürün egemenliğine darbe vurması, maden ve kimya alanında yaşanan gelişmeler sonucu Amerika merkezli sanayi devrimi gerçekleşmiştir. Üretimde yeni makinelerin kullanılmaya başlamasıyla seri üretim hızlanmış, işçi açığı ortaya çıkmıştır. Bu da ekonomik sıkıntılar çeken halkın kendi topraklarını bırakıp kente göçmesine neden olmuştur. Değişen çalışma koşulları ortaya; kendine zaman ayıramayan, emeğinin karşılığını alamayan, tek tip bir yaşam biçiminin içine sıkışıp kalmış ve gitgide yabancılaşan yeni ‘’Modern İnsanı’’ ortaya çıkarmıştır. Belli bir kesim çok zenginleşirken, işçi sınıfı yine yoksul kalmıştır.

1929 yılında tarihe adı ‘’Kara Perşembe’’ olarak geçen ve sonrasında büyük bir ekonomik krize neden olan Wall Street Borsa’sının batması milyonlarca kişinin işsiz kalmasına neden olmuştu. Gittikçe yoksullaşan halk 2. Dünya Savaş’ını da yaşamış, verilen can kayıpları ile büyük bir umutsuzluğa sürüklenmiştir.

Edward Hopper Amerika’nın bu çalkantılı dönemlerini yaşamış ve eserlerinde kendine özgü üslubuyla resmetmeyi başarmıştır. Kendi de istemediği bir mesleği yıllarca yapmak zorunda kalan sanatçı, insanın değişen dünyadaki sıkışmışlığını ve yalnızlığını tüm eserlerinde hissettirir.

RESMETTİKLERİ

Eserlerinde günlük hayattaki yalnızlaşmış, yabancılaşmış bireylerin doğal hallerini gerçekçi ve evrensel bir dil kullanarak resmeder. Şehir hayatında terk edilmiş sokakları ve binaları, kırsalda her şeyden uzak, tek başına yapıları sıklıkla kullanır. Figürler ise genelde tek başınadır. Bir arada olduklarında bile, birbirleri ile iletişim halinde değillerdir.

Gas, 1940

Automat, 1927

Çağdaş yaşamın doğasını ima eden, insanların sosyalleşmek için bir araya geldiği mekanları, tam tersine boş ve terk edilmiş olarak gösterir. Yalnızlık ve gizem dolu otel odaları, sinema salonları, lokantalar, eczaneler, ofisler, tren rayları, köprüler, terk edilmiş benzin istasyonları gibi dönemin ikonik Amerikan mekanlarını sıklıkla kullanır.

Intermission, 1963

People in the Sun, 1963

Aslında hiçbir zaman Amerikan yaşamını resmetmeye çalışmadım. Yalnızca kendimi resmetmeye çalıştım.

DONUP KALMIŞ AN

Hopper’ın çoğu resminde belirsizlik ve sessizlik hakimdir. Sade ve derin bir anlatımı tercih eder. Anlatılandan çok anlatılmayanın etkisi hissedilir. Ya az önce bir şey olmuş ya da az sonra bir şey olacakmış izlenimi uyandırır. Hopper bize donup kalmış o belirsiz, kestirilemeyen anı verir ve o an hep gerilimli bir andır. Aynı zamanda izleyiciye kendi dünyasını dayatmaz. Resimleri yoruma açıktır. Çok farklı alt metin ve okuma imkanı sunar. Yine de Hopper bu tarz okumaları ”rastlantısal” ve ”farkında olmadan yapılmış” olarak yorumlar.

Yarattığı gerilimi, ustalıkla kullandığı ışıkla daha da güçlendirir. Fırtına ışığı denilen bu teknik; parlak ışığın ve koyu gölgenin, karanlığın ve aydınlığın belirgin  bir şekilde yan yana geldiğinde oluşan durumdur. Şiddetli fırtınaları hatırlattığı için tehlike ve gerilim hissi yaratır. Her zaman olumlu duygular yaratan güneş, karşıtıyla birlikte olduğu zaman karanlık kadar ürkütücü olur.

Kullandığı ışık karanlıktan daha tedirgin edicidir. Gözü kamaştıran parlaklığı ile sıcağı hissedilmeyen güneş ışığı, üstüne düştüğü objenin üstünde yarattığı keskin gölgeler ürperticidir. (Rooms by the Sea, 1951)

Hopper eserlerinde belli bir duygusal durumu ifade etmek için yola çıkmadığını söyler. Ancak,  “Bilinçsizce, muhtemelen büyük bir şehrin yalnızlığını resmediyorum,” der.

Eserlerinin sinematografik yanı güçlüdür. Kullandığı teknik, mekan ve ışık kullanımı, resmin hikayesinin yoruma açık oluşu sayısız gerilim filmine ve kara filme ilham olmuştur.

Alfred Hitchcock Rear Window (Arka Pencere, 1954) filminin bir çok sahnesinde Edward Hopper’ın eserlerinden esinlenmiştir.

Alfred Hitchcock’un en meşhur filmlerinden biri olan Psycho(Sapık,1960) ve Edward Hopper’ın House by the Railroad(1925) resmi

GECE KUŞLARI (NIGHTHAWKS)

Edward Hopper’ın 1942 yılında yaptığı Gece Kuşları(Nighthawks) Amerika’nın en ikonik resimlerinden biridir. Şu anda Şikago Sanat Enstütisi koleksiyonunun bir parçasıdır. 84,1×152,4 ölçülerinde yağlı boya tablosudur.

Resmin tamamı çerçevelerden oluşur. Teknik olarak sıkışmışlığı çok iyi verir. Lokantanın gerisindeki vitrin, arka pencere, binalardaki pencereler, ortadaki tezgah hep geometrik şekillerden oluşur. İçine sıkışmışlığı ve yalıtılmışlığı çok iyi hissettirir.

Gece Kuşları, 1942

Resimde görülen mekan Amerikan kültüründe yer eden ve ‘’diner‘’ olarak adlandırılan küçük lokantalardan biridir. Hopper New York’ taki Greenwich caddesi üzerinde bulunan bir restorandan etkilendiğini söylemiştir. Dinerlar o dönemde yemek yemekle birlikte, sohbet edip şehrin yalnız atmosferinden kurtulmak için kullanılan yerlerdi. Hopper kalabalık, neşeli, canlı olması gereken bu mekanları kendi üslubuyla yorumlayarak büyük bir tezat oluşturur ve bize yalnızlığı ve yalıtılmışlığı hissettir. Sosyalleşme mekanlarını bireyin yalnızlığını vurgulamak için kullanır.

Lokantanın dışında puro reklamının tabelası görülür. Karşı dükkanın vitrininde de yazar kasa. Bunlar küçük detaylar gibi görünse de dönemin Amerikası’nın betimlenmesidir. Bize daha gerçekçi bir his verir.

Saatin kaç olduğu belli değildir. Ancak restorandaki müşterilerin kıyafetleri ince, yazlık kıyafetlerdir. Caddenin karşında kalan binaların pencereleri açık, sokak boş ve temizdir. Tüm bu ipuçlarından bir yaz gecesinin ilerleyen saatleri olduğunu tahmin edebiliriz. Hopper’ın zaman olarak geceyi seçmesi resimdeki gerilim duygusunu da arttırmıştır.

1940 yıllarında kullanıma girmiş florasan ışık, restoranla birlikte ıssız sokağı da aydınlatır, tedirgin edici gölgeler yaratır. İzleyiciyi karanlık sokaktan iç mekana yönlendirir. Röntgencilik yapıyormuş hissi uyandırır. Karısı da bir röportajında sokakta gezerken evlerin pencerelerinden içeriye bakmayı çok sevdiğini söylemiştir.

Restoran, dönemin modern mimari anlayışını yansıtacak biçimdedir. Bizim içerisini rahatlıkla görebileceğimiz büyük pencerelere sahiptir. Bir cam fanus gibi içindekileri hapseder. Bizimle içerdekilerin arasında bir engeldir. Toplumdan, ‘’olması gerekenden’’ yalıtılmışlardır.

Lokantanın içine baktığımızda dört figürle karşılaşırız. Bu dört kişinin en dikkat çekici yanı, bir arada olsalar da birbirlerinden tamamen kopuk olmaları. Hepsi kendi düşüncelerinde kaybolmuş gibiler. Hopper burada vücut dilini çok iyi kullanmıştır. Omuzları içe dönük, kafaları öne eğilmiş durumda bir iç hesaplaşma içinde oldukları izlenimini uyandırır.

Kadın dönemin modasına uygun kırmızı elbisesi ve saç biçimiyle bize dönük bir şekilde oturur. Yanında oturan adamla birlikte gelmiş izlenimi verse de herhangi bir yakınlık göremeyiz. Elinde tuttuğu bir nesneye dalgınca bakar. Hopper kadın figürlerine tablolarında sıklıkla yer verir.

Kadın figürün gece yarısı, ıssız bir sokakta bulunan lokantada tek başına oturması, savaş döneminde yalnız ve çaresiz kalan kadınlara bir gönderme olarak yorumlanmıştır.

Yine kapalı bir şekilde resmedilen tezgahın ortasında yer alan garson, başında kepi ve beyaz kıyafetiyle denizcilere benzer. 2. Dünya Savaş’ı sırasında Pearl Harbor saldırısında yaşamlarını yitiren askerlerin çaresizliğini ve savaştan kaçamamalarını temsil ettiği düşünülmüştür. Bize arkası dönük, bara yaslanmış oturan figür yalnızlık duygusunu kuvvetlendirir.

Tezgahın üstündeki tuzluk, biberlik, peçetelik gibi servis elemanları, bu lokantanın dünyanın her yerinde olabilecek sıradan bir yer olabileceğini düşündürür. Garsonun arkasındaki iki büyük kahve makinesi oldukça detaylı betimlenmiştir. İçlerindeki kahve miktarı bile görülür. Gelişen teknolojiye ve sanayileşmeye bir gönderme gibidir.

Resmin sağ tarafında tuvalet veya servis kapısına benzer bir kapı vardır. Ancak görünürde bir giriş kapısı yoktur. Ne içerdekiler dışarı çıkabilir ne de başka biri içeri girebilir.

Yalnızlık, yalıtılmışlık, kapatılmışlık, sıkıştırılmışlık, orada olma zorunluluğu, başka yere gidememe, kaçamama hissi… Hopper tek bir resimle tüm bunları bize hissettirmeyi başarıyor.

İLHAM OLDUĞU ESERLER

Gece Kuşları eserinin güçlü sinematografik yanı, kullanılan ışık ve kompozisyonun yarattığı atmosfer birçok filme ilham olmuştur. Aynı zamanda resmin çok çeşitli yorumlara açık olması, sadece kendi dönemine ait olmayan, zamansız, herkesin kendinden bir şeyler bulacağı temaları ele alması her alandan sanatçıyı etkilemiştir.

Dead Like Me/Nighthawks(Televizyon dizisi 2003-2004)

The Simpsons

Deep Red (1975)

Pennies from Heaven (1981)

THAT ’70S SHOW(1998)

The End of Violence (1997)

Batman çizgi romanı

IKEA’nın reklam kampanyası.

McDonald’s’ın reklam panosu.

Gottfried Helnwein-Boulevard of Broken Dreams Marilyn Monroe, Humphrey Bogart, James Dean and Elvis Presley

KAYNAKLAR

metmuseum

Vikipedi

Kendi Ruhunun Aynasında: Edward Hopper

Edward Hopper Resimlerinde Amerikan Günlük Hayatının ve Modern Yaşamın İzleri

AYDIN ​​ÇUBUKÇU RENKLİ RESIMLİ FELSEFE SÖYLEŞİLERİ EDWARD HOPPER

EDWARD HOPPER’IN “GECE KUŞLARI (NIGHTHAWKS)” YAPITINDA GERÇEK YA DA KURGUSAL DÜZLEMDE OLUŞTURULAN DRAMATİK YALNIZLIK

EDWARD HOPPER, GECE KUŞLARI DR. MERAL LALETAŞ

Ezgi Orhan

Poe’nun dehşetengiz öykülerinin karanlığı ile Miyazaki’nin rengarenk ve duygu dolu dünyasının arasında kalmış, yolunu bulmayı çok da umursamayan kayıp bir ruh. Neden yazar, neden çizer? Çünkü konuşmayı sevmez, anlatmayı da sevmez; ama hayal etmeyi sever. Gerçekleştirmeyi umursamadan hayal eder. Bunları da kağıda döker. İleride ait olamadığı bu dünyadan kaçıp Neverland’a yerleşmek, kitapları ve boyaları ile sonsuza dek mutlu yaşamak istemektedir. Ama şimdi katılması gereken bir karnaval var.

YAZAR HAKKINDA

Ezgi Orhan

Poe’nun dehşetengiz öykülerinin karanlığı ile Miyazaki’nin rengarenk ve duygu dolu dünyasının arasında kalmış, yolunu bulmayı çok da umursamayan kayıp bir ruh. Neden yazar, neden çizer? Çünkü konuşmayı sevmez, anlatmayı da sevmez; ama hayal etmeyi sever. Gerçekleştirmeyi umursamadan hayal eder. Bunları da kağıda döker. İleride ait olamadığı bu dünyadan kaçıp Neverland’a yerleşmek, kitapları ve boyaları ile sonsuza dek mutlu yaşamak istemektedir. Ama şimdi katılması gereken bir karnaval var.

Bir Yorum Yazın

31 + = 40

2 Yorum

  • Hayranı olduğum bir ressam ve en sevdiğim tablosu… Çok teşekkürler Ezgi bu güzel içerik ve incelemen için…
    Çok heyecanlandım görünce 🙂