Hayatta iki tür trajedi vardır, der Oscar Wilde, biri istediğini elde edememek, diğeri ise onu elde etmektir.
Gördüğümde dedim ki: Bence ikincisi daha beter, seni duvara çakar. İşte kucağımda ve ne kadar da sıkıcı! But i love tragedy!
Oscar bu yazı seninle içtiğimiz hayali bir kadeh gibi…
Elde edemediğimiz şeyler canımızı yakar, evet. Ama ya sonunda ulaştıklarımız? Hayal ettiğimiz kadar güzel çıkmazlarsa? Ya tüm o çaba, tüm o arzu aslında sadece yolun kendisini anlamlı kılmak içinse? Hayal kırıklığımız hayalin ta kendisinden daha gerçekse? Dur bakalım nerelere geleceğiz…
Bize küçük yaşlardan itibaren öğretilen şey hep aynıydı: “Bir hedefin olsun.”
İyi bir okul, iyi bir meslek, düzgün bir hayat, aşk, ev, araba… Hedefler listesi uzar gider. Ve biz de sanki o varış noktasına ulaşınca kendimizi tamamlanmış hissedeceğimizi sanarak listeleri kovalar, yıllarımızı tüketiriz. Ama hayat çizilen o rotaya hiç benzemiyor sanki. Zaten oraya varana kadar sen değişiyorsun. Ve bir sabah “İstediğim bu muydu gerçekten?” diye sorarken buluyorsun kendini. Ne trajik! Ulaştığın yer düşündüğün kadar büyüleyici değil. Geriye dönmek de mümkün değil. Hayallerin gerçeğe dönüşürken sessizce ölmüş. Onları yaşatan şey gerçekleşme ihtimalleriymiş, kendileri değil. Onları hayatta tutan, o tatlı bilinmezlikmiş… O tatlı bilinmezlik…
Hiç düşündün mü? En çok ne zaman yaşadığını hissettin? Uğruna çok çalıştığın bir şeyin eşiğindeyken mi? Yenildiğinde ama sonra yeniden ayağa kalktığında mı? Yoksa sadece beklerken mi? Umutla, telaşla? Bu mücadelede kaybolmak bile bitmiş bir hikâyeden daha canlı dedin mi, capcanlı?
Biz mutluluğu sabit bir fotoğraf karesi sanıyoruz ya. Oysa o deklanşöre basılmadan bir saniye önceki titremede gizli. Oysa tam ortasında kalabildiğin bir devinim hâli o. Kayıpta bir güzellik. Belirsizlikte bir özgürlük. Hatta çırpındığında bir yaşam enerjisi… Ama ulaştığında? Her şey sessizleşiyor.
Ve sen “bu muydu yani?” diye kendi kendine söylenmeye başlıyorsun.
İstediğin olduysa geçmiş olsun. Çünkü şimdi sırada başka bir şey var: kendinle ne yapacaksın? Yeni bir hayal mi koyacaksın önüne? Yoksa bu kez durup sadece “olma” hâlini mi deneyeceksin? Hayat ulaşmaya çalıştığımız şeyleri kovalarken nasıl biri olduğumuzla ilgili. Sonsuz arzular zincirinin kölesi olmadan; arada bir durup şunu diyebilmek: “Şu an hiçbir yere gitmiyorum. Kendimleyim. Ve fena da değil.”
Hayal kurmaya devam et.
Ama arada bir dur.
Çünkü o hayalin gerçekleşme ihtimali bile bazen kendisinden daha güzel.
İstediğin oldu. Tüh.
Ama sen hâlâ buradasın. Ve bu hiç de fena bir şey değil.