Denemeler Edebiyat

Teknik Servisin Bir Günü

Kapıyı çalmadan önce tereddüt ediyorum. Bana öfkeliler. Bunu tahmin edebiliyorum.

“Zıırr!”

Kapı açılıyor. İçeri davet ediliyorum. Gelmemden memnunlar. Mutfağı işaret ediyorlar. Kadın, buzdolabını gösteriyor: “Nerede kaldınız? Yine soğutmuyor” diyor. Öyle ya. Buzdolabı soğutmalı hanımefendi. Radyo dediğin müzik çalmalı. Köpek havlamalı. Ya insan? Sevmeli, sarılmalı, dans etmeli. Sahi, sokağa çıkıp, adamakıllı oynamayı bilen kaç kişi var diye sorsak, bir elin parmaklarını geçmez.

“Arızamız devam ediyor.” diyor evin kadını. O dert yanarken kocası da mutfağa geliyor, sıkkın. Bir sigara yakıyor. Kadın konuşuyor, benimle, kocasıyla. Bıkkın, yorgun. Tezgahın üzerinde kahvaltılıklara gözüm takılıyor. Her şey bırakıldığı gibi.

Kadın hep buzdolabından bahsediyor. Kaçıncıya geliyorsunuz, her seferinde de bizden para aldınız diyor. Neden çalışmıyor diye hesap soruyor. Elim ayağıma dolaşıyor. Utanıp kızarıyorum. Yanıt veremiyorum. Kendimi suçlu hissediyorum.

Halbuki siniri bana değil. Asıl mesele ben değilim.  Yataktan nasıl kalktıysa o halde beni karşılıyor. Değil makyaj yapmak, yüzünü bile yıkamamış. Saçları dağınık.  Kocası olan adam da atlet ile sandalyede oturuyor. Onları ev halinde yakaladım. Geleceğimi biliyorlardı fakat hazırlanmamışlar. Şimdi bana öfkelenmelerinin asıl nedenini anlıyorum. Onları gafil avladım.

Şartlarımız eşit değil. Onlar şikayetçiler, acı çekiyorlar. Bense mutlu, mesudum. Güler yüzle ellerini sıkyıorum. Hala onlarla konuşurken gülümsüyorum. Beni neşeli görmek onları daha da öfkelendiriyor.  Konumlarımız da eşit değil. Ben diğer taraftayım; yetkin ve bilge konumundayım. Onlarsa muhtaç. Pek pejmürde haldeler. Benimse üstümde ütülü pantolon, temiz gömlek var.  Evden çıkarken kolonya bile süründüm. Fakat onların evleri kokuyor. Nem, çöp ve rutubet kokuyor.

Pek çok kimse evin en mahrem mekânını yatak odası zanneder, oysa mutfaktır. Bir kadın için dağınık mutfağının bir yabancının gözleri önüne saçılmasından daha acı verici bir şey yoktur. Çöp kovasının ağzı açıktır, Biraz başınızı uzatınca, salatalık kabukları, naylon çöp poşetleri, ikiye bölünmüş ve suyu sıkılmış bir parça limon, demlenmiş çay artıkları görülür. Tereyağının sarı rengi, dışarda beklemekten turuncuya çalmaya başlamıştır.  Yumurta kabukları tezgâha gelişigüzel saçılmıştır, bir kısmı bulaşık süngerine bulaşmıştır. Kirli tabaklar üst üste lavaboya konmuştur. Aralarında zeytin çekirdekleri seçilir.

İnsan ne kadar nefsine hakim olmaya çalışsa da bu sıradışı manzarayı izlemekten kendini alıkoyamaz. Ben de ev sahiplerinin sorgulayıcı bakışlarına rağmen,  onları utandırmak pahasına gözümü mutfaktaki dağınıklıktan ayırmadım.  Sonunda kadın pes etti ve mutfakta ortaya serili ne varsa kaldırmaya başladı. Buzdolabına kahvaltılıkları, kirlileri bulaşık makinesine yerleştirirken sanki ben yokmuşum, bütün bu rezilliğe tanık olmuyormuşum gibi son derece rahat pozlar sergilemesi de beni iyice çileden çıkarıyordu.

Ortada besbelli bana bir tuzak vardı. Manzara bile bile önüme seriliyor, ben kışkırtılıyordum. Ardından da açıkta duran şeylere baktığım için suçlanıyordum. (Kadının telaşla kahvaltılıkları kaldırması bunun en bariz örneğiydi.) Şimdi benden gördüklerimden, tanık olduklarımdan dolayı utanmamı, dahası özür dilememi bekliyorlardı.

Beş dakika sonra bütün bu rezillik gizlenmişti. Kadın ellerini lavaboda duruladı. Havluya kuruladı. Ardından kendi konusuna geri döndü. Yani buzdolabına. Sesi ilk başta alçak dozda, kendi kendine konuşur gibiydi sonra yavaş yavaş yükselmeye başladı. O esnada kocasına da dönüp “neden bir şeyler söylemiyorsun” der gibi destek bekliyordu. Adam da karısının bu çağrısına uydu ve o da bana bağırmaya başladı.

Bir teknik servisin asıl amacı müşteriye yardım etmek değil, para kazanma karşılığında yardım etmektir. Sakın kendiniz için paranın ikinci planda olduğunu söylemeyin. Buna kimse inanmaz, kendinizi daha çok rezil edersiniz. Müşterinizin çektiği acı sizin için önemli değildir ve müşteri de bunun farkındadır. Benzer şekilde sizin ne kadar yıpranmış olduğunuzu da müşteri önemsemez. İsterseniz kanser hastası olun o kendi işinin bir an önce halledilmesi ile ilgilenir.

Kriz pek çok açıdan çözümü zor bir hale gelmiştir. Acemi bir servis iseniz tecrübesizsinizdir ve savaşmakta zorlanırsınız. Benim gibi tecrübeli bir servis elemanı iseniz de işiniz hiç kolay değildir. Yılların getirdiği yorgunluk sizi artık yıpratmıştır. Sinirleriniz gerilir. Bu şekilde şimdiye dek yüzlerce sorunla karşılaşmışsınızdır. Krizi şimdiye dek iyi kötü yönetmişsinizdir ancak artık iyice yorgun düştüğünüzü hissedersiniz. Evin içinde çıkması muhtemel bir kavga sizi şiddetle ürkütür. Sağlıklı düşünme yetinizi kaybedersiniz ve artık ister istemez zihniniz şimdiye kadar olduğundan farklı çalışmaya başlar.  Muhakeme etme yeteneğinizi kaybetmişsinizdir.

İşte iyi bir servis bütün bu felaket senaryosu gerçekleşirken bile soruna hakim olabilendir. En küçük bir beceriksizlik göstergeniz müşterinizi daha da çileden çıkaracaktır. Müşteriniz bu kapalı kutuyu tek başına açıp tamir edememektedir ve size yarı büyücü yarı sihirbaz gözüyle bakar. İlla yüksek tahsilli biri olmanızı beklemez. Basitçe bu tür sorunlarla sık sık karşılaştığınızı, çözümünün belki biraz güç ama mümkün olduğunu söylemeniz yatıştırıcı olacaktır. Fakat bunu beceremezseniz bu kez kaz kafalı birinden çözüm umduğu için kendisini aptal gibi hisseder.

En kötü senaryo bütün bu diyalog esnasında yanınızda hiçbir çalışma arkadaşınızın olmadığı durumda yaşanır. “Buzdolabını atölyeye tamir için almanız gerektiğini” söylersiniz.  Kadının kocası olan, kahvaltı masasında size çatan atletli beyden buzdolabını taşırken yardım istemek zorunda kalırsınız. Size daha ağzını açar açmaz “bel fıtığından muzdarip olduğunu” söyler.. Çaresiz mesai arkadaşlarınıza telefon eder, onlar gelene kadar size uzatılan sandalye tepesine tünersiniz. Bekleyiş iki taraf için de sinir bozucudur.

Sonunda kapı çalar. Takım arkadaşlarınız size destek olmak için gelmişlerdir. Şimdi yapmanız gereken tek bir şey kalmıştır, bir an önce sıvışmak…

Kan ter içinde ağır makineyi taşımaya uğraşırsınız. Buzdolabı ne kadar eskiyse, ağırlığı o kadar fazladır. İki kişi makineyi kah altından kah üstünden tutarak kaldırmaya çalışırsınız. Mutfak kapısın her zaman sorun çıkarır Bir de kenarda sabit bir masa varsa işiniz daha da zorlaşır.

Daire kapısından dışarı, apartman merdivenlerine çıktığınızda artık azami dikkat ve sabır göstermeniz gerekir. Yanlış atacağınız bir adım hayatınızın geri kalan kısmını tekerlekli sandalyede geçirmenize sebep olabilir.

Daire sakinleri işinize odaklanmanız gereken o anlarda bile yakanızı bırakmazlar. Ne zaman işinizin biteceğini sorarlar. Bir iki gün içinde mi? Yarın mı? Aslında yetişirse gece geç saatte bile teslim almaya hazırdırlar. Sizden uyumamanızı, yemek yememenizi, su içmemenizi, kendileri için gece gündüz çalışmanızı beklerler.

Hani derler ya, karanlık en yoğun olduğunda, şafak vaktine yakınsınızdır, diye; işte tükenmişliğin tam da iliklerinize kadar hissettiğiniz bu anda zihninizde bir kıvılcım çakıverir. Kendi kendinize, “ya buzdolabını düşürürsem?” dersiniz. Bir anda o müthiş görüntü kafanızda canlanır.  Elinizden kayıp, kah tırabzanlara kah duvarlara çarpa çarpa basamaklardan kayan buzdolabı…  Bir kaza süsü vereceğiniz bu ufacık bir eylem adeta yeri göğü sarsacak, hane halkının tüm haleti ruhiyesini allak bullak edecektir. Yüzünüze kocaman bir gülümseme yayılır. Bu müthiş fikir kollarınıza, bacaklarınıza doping etkisi yapar. Yorgunluğunuzu unutuverirsiniz ve birazdan başlayacak eylemin hazzıyla gevşer, sahneyi hayalinizde canlandırmaya koyulursunuzbırakacağı etkiyi hayalinizde canlandırmaya koyulursunuz.

Kadının çığlıkları apartman merdivenlerinde, duvarlarda yankılanacaktır hiç şüphesiz. Kocası da karısından geri kalmak istemeyecek o da hamle yapacak belki de yakanıza yapışmak için koşar adım merdivenlerden inmeye başlayacaktır. Komşuların da daire kapılarından çıkmaları ve bu kargaşaya kova kova su taşıyarak destek vermeleri de pek olasıdır. Size iki seçenek kalmıştır. Ya yaralı numarası yapar, ayağınızın ezildiğini bahane edip kendinizi yalancıktan yerlere atarsınız ya da telefonunuzu mahsustan çaldırıp konuşma bahanesi ile olay yerinden uzaklaşırsınız.

***

Benim durumumda ise bunların hiçbirine gerek kalmadı. Ne yaralı taklidi yaptım ne de olay yerinden kaçtım. Bütün kışkırtmalara karşı dişimi sıktım. Var gücümle buzdolabını pür dikkat merdivenlerden indirmeye devam ettim.

Peki neden? Ahlak timsali olduğumdan mı? Hiç de değil. Aksine buzdolabının düşmesini devrimci ve ilerici bir eylem olarak atfediyordum kendi kendime. Ne de olsa hayatın olağan akışını değiştirecektim. Kadına ve kocasına acıdığım için mi? Asla. Buzdolabının çarpıp devrilmesi sonucu kırılacağını ev sahiplerinin hemen ertesi gün yeni buzdolabı alacaklarını adım gibi biliyordum. Kadın yepyeni bir buzdolabına konacaktı şüphesiz, No frost. Adam da karısının istediğini yapmış olduğu için bu krizden alnı ak çıkacak, evine misafirleri geldiğinde övünmek için göstereceği beyaz eşyası olacaktı. Gürültü ile komşuları rahatsız edeceğim için mi? Yarım saate kalmaz, olanları unuturlardı. Peki buzdolabına mı üzülüyordum? Elbette hayır. Geriye bir tek esaslı sopa yemekten korkmam kalıyor.

Kimbilir belki de gerçek neden budur. Acıdan kaçmak… Oturup uzun uzadıya düşünecek bir mesele yoktur ortada. Ama bana soracak olursanız, yine de buzdolabını bile isteye yere düşürmediysem sebebini insan olmama bağlarım. Hani şu hayvanlardan en büyük farkı, eylemleri olan insandan bahsediyorum. İnsanın eyleyen bir canlı olduğunu söylerler. Oysa insan aksine pek az eyleyen bir canlıdır. Bugün aklımıza gelen onlarca yüzlerce eylemden kaç tanesini hayata geçirebildik, bir düşünsenize… İnsan hayvanlara kıyasla söylenenin aksine pek az eyleme geçen bir canlı türüdüri. Köpek dediğin ısırır öyle değil mi? Arı dediğin sokar. Hem de hemen hiç düşünmeden, sonuçlarına kafa yormadan yaparlar bunu. Sadece hayvanlar değil, doğanın tamamı dur durak bilmeyen bir devinim halindedir. Ama insan öyle mi? Doğaya en zıt, en ayrıksı varlıktır insan. Hem tembeldir de… Hangimiz koltuk, sandalye tepesinde saatlerce oturmamış, bundan keyif almamıştır?

Hayat böyledir işte…  Ne demişler fizikte: Eylemsizlik kanunu… Sandalyesinde oturan oturmaya, koşan köpek koşmaya, yere düşmekte olan elma, düşüşüne devam etmek ister. Bizim de nasibimize buzdolabını taşımaya devam etmek düşer…

Diğer deneme yazıları için tıklayabilirsiniz.

Edebiyat kategorisine buradan ulaşabilirsiniz. 

Irmak Erkan’ın tüm yazıları için tıklayabilirsiniz. 

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı. Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

YAZAR HAKKINDA

Irmak Erkan

Bir gece yatağından kalktı. En sevdiği pantolonunu, gömleğini giydi, cüzdanını yanına aldı, çantasını sırtladı; karısını ve çocuklarını öpüp odadan çıktı.
Çalışma odası soğuk, karanlıktı. Ahşap masanın üzerindeki gece lambasını yaktı, sobayı tutuşturdu. Sandalyesine oturdu, yazmaya başladı.

Bir Yorum Yazın

+ 89 = 90
Powered by MathCaptcha