“Beni sevdiklerine ikna oldum, sonra yavaşça parçalanmaya başladım.”
Bazı kitaplar kapağını ilk açtığında seni nazikçe çağırıyor. Bazıları ise, tıpkı bu kitapta olduğu gibi, kanını emercesine içine çekiyor. Tavşan; tavşan deliğine düştüğünde seni gerçekle halüsinasyon arasında çaresiz bırakacak bir ritüel. Okudukça hem Samantha’nın gözlerinden dünyaya bakmaya başlıyorsun hem de yavaş yavaş onun gibi düşünmeye, onun gibi şüphe duymaya… ve sonunda onun gibi deliriyorsun.
Mona Awad’ın yazdığı bu tuhaf güzellik, yaratıcı yazarlık okuyan, yalnız, hafif kırılmış ama hâlâ hayatta kalmaya çalışan bir genç kadının, “Tavşanlar” adlı neredeyse tarikat gibi işleyen pembe elbiseli kız grubuna katılmasıyla başlıyor. İlk bakışta klasik bir “kızlar arası çatışma” gibi dursa da, hayır. Hiç öyle değil. Bu kitapta gülümsemeler tıpkı birer makyaj gibi; altlarında korku, arzu, şiddet, büyü ve bolca kan var. Saf kan değil, sembolik kan—yani kırılmış benlikler, bastırılmış arzular ve kolektif delilik.

Mona Awad
Awad’ın dili keskin bir bıçak gibi. Bir sayfada kahkaha atarken, öbüründe “bu gerçek mi?” diye sorguluyorsun. Mean Girls’ün içine David Lynch kaçmış gibi. Estetik var ama steril değil. Gotik ama süs değil. Ve hepsinin ortasında Samantha…
Mona Awad, bizleri başkalarının gözünde nasıl biri olmamız gerektiğiyle, içimizdeki o kaygan karanlık arasında bırakıyor. Ve en sinsi yanı şu: bu dönüşüm çok güzel başlıyor. Parfümlü cümlelerle, parlak kurdelelerle, bol kremalı keklerle… ama sonunda ne sen kalıyorsun ne de ben. Tavşan; kadın olmanın, yalnız olmanın ve deliliğin alegorisi. Ve hayır, bu delilik “aklını kaçırmak” değil—bu delilik, görmezden geldiğin her şeyin artık susmamaya karar vermesi.