Aoko Matsuda’nın Japon halk masallarından esinlenerek ve feminist bir bakış açısıyla kaleme aldığı öykü kitabı Vahşi Kadınlar’ı okuduğumda gerçekten çok etkilendim. Japon halk anlatılarında ilham verici pek çok örnek var; insanı hem yazı yazmaya hem de resim çizmeye teşvik ediyor. Bende de tam olarak böyle bir his uyandırdı ve bu anlatılardan yola çıkarak bir çizim serisi oluşturma fikri aklıma geldi. Ama elbette bunu kendi kültürümüzden esinlenerek yapmak istiyorum.
Türk kültüründeki korku öğelerini araştırmaya başladığımda Anadolu Korku Öyküleri isimli seriye denk geldim. Kayra Keri Küpçü, Işın Beril Tetik, Ayşegül Nergis, Demokan Atasoy, Koray Günyaşar ve Galip Dursun’un bir araya gelerek oluşturduğu bu öykü derlemesi, Anadolu’nun halk anlatılarından esinlenmiş korku hikâyeleri sunuyor. Öykülerin çoğu birinci tekil anlatıcı tarafından kaleme alınmış ve bu anlatım tarzı, bence hikâyenin içine girmeyi ve korkuyu hissetmeyi çok daha etkili hâle getiriyor.
Henüz okumaya yeni başladım, bu yüzden serinin diğer kitapları için hem kendime hem de size bir öneride bulunmuş oluyorum.Umarım herkes için bol korkulu ve ilham verici bir okuma deneyimi olur.
Çocukluğumuzdan anımsadığımız korku sahneleri vardır. Ya bir kitapta okuyup gözümüzde canlandırmış ya da bir filmde seyredip zihnimize kazımışızdır. Bizi etkilemiştir; karanlık korkumuzu, yalnızlık korkumuzu besleyip büyütmüştür. Yıllar sonra da anımsarız: Belki tek karelik patlayıp sönen bir flaş; belki keskin tiz bir çığlık olarak katılır gündelik yaşamımıza. Dolunay geceleri, kurt adam dişleri, vampir gözleri malzeme oluşturur kâbuslarımıza.
Yine de çok *tanıdık* değildir bu *korku*. Kurgusunda, tınısında, renginde, kokusunda, sesinde, nefesinde bir yabancılık, bir uzaklık vardır. Benliğimize katmayız, iliklerimize işlemez, küçümseyebiliriz onu; hatta dalga geçebiliriz bu korkuyla. Çünkü *bizden* değildir; yolumuza çıkmayacaktır, başımıza gelmeyecektir…
Büyük kent korkuları başka, kırsal alan korkuları bambaşkadır. Kırsal alana özgü korku; doğayla, doğanın gücüyle, batıl inançlarla iç içedir ve çarpıcılığını da inandırıcılığını da onlardan alır.
Ücra köylerin, geleneklere bürünmüş kasabaların, kuytu ormanların, bir görünen bir kaybolan mağaraların, dipsiz kuyuların gizleri ve bu gizlerin yaşattığı heyecanlar, korkular, kâbuslar…