Anaïs Nin’in Dört Odalı Kalp adlı romanı, yazarın yarı-otobiyografik üslubunu derinlemesine hissettiren, şiirsel ve yoğun bir içsel anlatıdır. Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısı şöyledir: “Şu an elinizde Anaïs Nin’in “İçsel Kentler” dizisinin üçüncü kitabı olan Dört Odalı Kalp’i tutuyorsunuz. Dizinin bir önceki romanı Albatrosun Çocukları’ndaki aykırı sanatçı Djuna’nın serüvenleri bu kitapta da sürüyor. Guatemalalı, güçlü kuvvetli, ancak sorumluluklarından kaçan bir gitarcıya, Rango’ya âşık olan Djuna, kendini üçlü bir ilişkinin tam ortasında buluyor: Rango, Djuna ve Rango’nun hastalık hastası karısı Zora… Aşkın kimliğini yitirip bambaşka bir ilişki ve duygu durumuna dönüşmesinin şiirsel bir haritasını çizen Dört Odalı Kalp, “fedakârlık” kavramını bütün yönleriyle sorguluyor. Bunu yaparken de okuru en çetin fedakarlığın, aşkın yüzleriyle buluşturuyor.”
Romanın merkezinde Djuna adında genç bir kadın yer alır. Djuna, yaşamının bir döneminde Rango isimli karizmatik ancak yıkıcı kişiliğe sahip bir müzisyenle tutkulu bir ilişki yaşamaktadır. Djuna’nın Rango ile tanışması kitapta şöyle anlatılır: “Gitar müziğini damıtıyordu. Rango onu teninin ılık bakır rengiyle, gözbebeklerinin kömür karasıyla, kaşlarının çalımsı gürlüğü ile çalıyor, gitarın bal rengi kasasına, çingene yaşamının açık yollarında derlediği tatları döküyordu: kekik, biberiye, yabani mercanköşk, fesleğen ve adaçayı. Bu tanınan, tınılı kutuya, çingenenin at arabasına gerdiği hamağın şehvetli salınışını, siyah at kılından yapılma döşeğinde doğan rüyaları akıtıyordu. Erkeklerle kadınların kapılara, pencerelere kadar tıka basa doldurduğu, mum yakıp içki içtiği, onun gitarından ve sesinden yayılan lezzetleri, açık yolların iksirlerini, baharatlarını, özgürlüğün şamatasını, teneke tıngırtılarını, avareliğin, rehavetin mahmurluğunu yudumladıkları gece kulüplerinin ilahıydı Rango. Şafakta, kedi bağırsağından yapılma gitar tellerinde akan yaşamlarından hoşnutsuz, damarları onun sesiyle dolmuş kadınlar, şafakta onun bedenine dokunmak isterdi. Ama gün doğarken, Rango gitarını sırtına vurur, yürüyüp giderdi.”
Hikâye, Paris’te bir teknede geçer ve büyük ölçüde Djuna’nın iç dünyası, duygusal çalkantıları ve aşkın anlamına dair düşünceleri etrafında şekillenir. Rango ile yaşadığı ilişki, onu hem büyüler hem de derinden sarsar. Rango’nun geçmişi, özellikle de hâlâ hayatında bir şekilde var olan hastalıklı karısı Zora, Djuna’nın zihninde sürekli yankılanır ve bir tehdit olarak hissedilir. Djuna, aşkı derinlemesine ve tutkuyla yaşamak isteyen bir kadındır, ancak aynı zamanda kendi bağımsızlığını da koruma arzusundadır. Rango ise aşkı sahiplenme, teslimiyet ve bazen yıkıcılık üzerinden yaşar. Bu farklı aşk anlayışları ikili arasındaki ilişkinin temel çatışmasını oluşturur. Djuna, bir yandan Rango’nun tutkusuna kapılırken, diğer yandan kendi benliğini kaybetmeden bu aşkı sürdürebilmenin yollarını arar. Kalbin dört odası metaforu, roman boyunca Djuna’nın yaşadığı duygusal deneyimlerin bir sembolü haline gelir. Bu dört oda, tutku, şefkat, acı ve özgürlük gibi duygularla temsil edilir; Djuna her birini ayrı ayrı yaşar ve sonunda bu duyguların içinden geçerek kendine dair daha derin bir farkındalığa ulaşır.
Roman klasik bir olay örgüsünden çok, bilinç akışı ve duygusal çözümlemeler üzerinden ilerler. Anaïs Nin’in karakteri Djuna üzerinden anlattığı bu hikâye, aşkın sadece bir bağ kurma biçimi değil, aynı zamanda bir iç yolculuk, kendini tanıma ve dönüştürme deneyimi olduğunu da gösterir. Djuna, Rango ile yaşadığı karmaşık ilişki sayesinde hem aşkın sınırlarını hem de kendi duygusal derinliğini keşfeder. Sonuç olarak Dört Odalı Kalp, bir kadının kendi kalbinin odalarında dolaşarak kim olduğunu ve nasıl sevmek istediğini anlamaya çalıştığı içsel bir yolculuğu anlatır. Anaïs Nin’in anlatım tarzı, Dört Odalı Kalp’te tipik olarak lirik, içe dönük ve sembolik bir yoğunluk taşır. Roman, düz anlamda bir aşk hikâyesi olmaktan çok, içsel bir çözülüş ve yeniden doğuş anlatısıdır. Nin, Djuna karakteri aracılığıyla aşkı sadece iki kişi arasında geçen bir bağ olarak değil, bireyin kendi ruhunun derinliklerine açılan bir pencere olarak resmeder. Rango ile olan ilişki, Djuna’nın iç dünyasındaki karmaşanın tetikleyicisidir. Bu ilişki, onun tutkularıyla, korkularıyla, özlemleriyle ve nihayetinde kendi bağımsızlık arzusu ile yüzleşmesini sağlar. Djuna’nın Rango ile yaşadığı deneyim, kadınlık deneyiminin birçok katmanını açığa çıkarır: arzunun getirdiği haz, aşkın sunduğu bağlılık, ilişkilerde yaşanan çatışmalar ve bir kadının kendini bir erkeğe adarken kendi özünden ne kadar vazgeçebileceği. Rango, zaman zaman büyüleyici bir sanatçı ve aşık, zaman zaman ise bencil, kontrolcü ve yıkıcı bir figürdür. Djuna ise onunla birlikteyken hem bir bütün hissetmekte hem de adım adım kendi içinden eksildiğini fark etmektedir.
Tüm roman boyunca Djuna, Rango ile olan ilişkisinde sevgisini sınırsızca sunan, anlayışlı, duyarlı bir kadındır. Onun aşkı, klasik anlamda fedakârca bir aşktır: Rango’nun karmaşık geçmişini, öfkesini, kıskançlıklarını ve ruhsal dengesizliklerini taşıma çabası içindedir. Rango’nun bir başka kadınla (Zora) hâlâ duygusal bağının olması, Djuna’nın içini kemiren kıskançlık, yetersizlik ve suçluluk duygularını tetikler. Ancak Djuna, bu duygularla yüzleşirken kendinden vermeye, karşısındakini anlamaya ve onu dönüştürmeye çalışmaktan vazgeçmez. Bu anlamda fedakârlık, Djuna için önce bir sevgi dili, sonra da bir sınavdır. Rango’nun ruhsal yüklerini taşımak, onun sevgiye olan güvensizliğini sabırla karşılamak, adeta Djuna’nın aşkta “kendini kanıtlama” biçimine dönüşür. Fakat bu çaba, giderek onu tüketen bir kendinden vazgeçiş halini alır. Nin burada kadının aşk içinde erimesini, sevgi adı altında kendi benliğini feda etmesini çok katmanlı bir biçimde anlatır.
Kitaptan bir bölümde, Rango bir kıskançlık anında Djuna’ya hediye edilen kitabı yakmak istediğinde “Hepsini yakalım,” der Djuna acı bir sesle. Rango’nun kıskançlığını susturmak için kitapları kurban etmek değildir niyeti, kitaplara karşı duyduğu anlık öfkedir. Djuna’nın kitaplar hakkındaki düşünceleri çarpıcıdır. “Bırak hepsini yaksın; bu yazgıyı hak ettiler. Rango, Paul ile geçirdiğim dakikaları yaktığını sanıyor. Oysa sadece sözcükleri yakıyor… Bütün gerçekleri, temel olan, esas olan her şeyi dışarıda bırakan, insanoğlundaki çıplak iblisi çıkarıp körlüğe, hatalara, yanılgılara ekleyen sözcükleri. Romanlar: deneyim vaat eden, ama hep kenarda, dış çeperde kalıp salt maskelerden, göz boyamalardan, kostümlerden, yapaylıklardan haber veren, bir pınar açmayan, insanı bunalımlara, tuzaklara, savaşlara ve yaşamın pusularına hazırlamayan romanlar. Tek bir şey öğretmeksizin, hiçbir açılım sağlamaksızın; bizi somut, mevcut, hakikat hakkında sürekli aldatarak, kandırarak… Bırak yaksın; erkekle kadın arasında, ıssız gecelerin zifiri karanlığında yaşanan acımasızlıklara, zalimliklere ilişkin çıplak gerçeği bizden gizleyen dünyanın bütün kitaplarını kül etsin! O satırlardaki soyutlamalar, kaçamak, baştan savma ifadeler bize umutsuzluk, çaresizlik anlarında gereksindiğimiz zırhı sağlamıyor ki.”
Kitap yoğun metafor ve semboller de içermektedir. Bunların en önemlisi “Dört Odalı Kalp” metaforudur. Romanın başlığı olan “dört odalı kalp”, yalnızca fiziksel bir organın yapısını değil, insan ruhunun çok yönlü, bölünmüş doğasını sembolize eder. Tıpkı kalbin iki kulakçık ve iki karıncığı gibi, Djuna’nın iç dünyasında da dört temel duygu, yönelim veya ihtiyaç yer alır. Bu dört odanın neyi temsil ettiği doğrudan belirtilmese de metnin içinde işaret edilen temaları şöyle düşünebiliriz:
Tutku: Djuna’nın Rango’ya karşı duyduğu güçlü cinsel ve duygusal çekim. Bu tutku onu canlı kılar ama aynı zamanda tehlikeli bir bağımlılığa dönüşür.
Şefkat: Rango’nun kırılganlıklarını anlama ve onun yaralarını sarma arzusu. Djuna, sevdiği adamın derinliklerini şefkatle kucaklamak ister.
Acı ve Suçluluk: İlişkide yaşanan kırılmalar, kıskançlıklar, ihanetler ve geçmişten gelen gölgeler (özellikle Zora figürü) Djuna’nın ruhuna ıstırap verir.
Özgürlük: Belki de Djuna’nın en temel ihtiyacı. Âşık olurken bile özgür kalmak, kendini kaybetmeden bir ilişki yaşayabilmek arzusu. Rango ile olan ilişkisinde bu yönü sürekli tehdit altındadır.
Bu dört oda bazen birbirine açılır, bazen de birbirini boğar. Djuna’nın içsel yolculuğu, bu dört duygunun dengesini kurmaya çalışmakla ilgilidir. Kalbin her bir odasında gezinmek, onun hem sevme hem de var olma biçimidir.
Tekne Sembolü: Roman boyunca Djuna ile Rango’nun yaşadığı yer olan tekne, çok katmanlı bir semboldür. Yüzeyde bakıldığında, teknede yaşamak romantik ve özgürlük dolu bir hayat fikrini çağrıştırır. Ancak derine inildikçe tekne, yalıtılmışlık, kararsızlık, dalgalarla savrulma gibi anlamlar kazanır. Tekne sabit değildir; suda süzülür, rüzgâra bağlıdır, bazen demirlenir ama her an hareket etmeye de hazırdır. Bu, Djuna’nın içsel durumunun bir metaforu gibidir: sabit kalmak ile kaçmak, bağlanmak ile uzaklaşmak arasında salınır. Rango ile olan ilişkisinde de bir liman bulamaz, sürekli olarak duygusal gelgitler yaşar. Tekne, Djuna’nın bir yere ait olamama hâlini, ilişkide bir “yuva” duygusu bulamamasını sembolize eder. Aynı zamanda tekne, Djuna’nın dünyadan izole yaşadığı bir iç mekânı temsil eder. Kendi duygularıyla baş başa kalabileceği bir alan gibi görünse de, bu alan aynı zamanda bir kapanış, bir yalnızlık mekânıdır. Özellikle Rango’nun varlığıyla birlikte, tekne hem sığınak hem de bir tür hapishane haline gelir.
Djuna’nın yaşadığı deneyim, geleneksel kadınlık rollerini de sorgular. Kadın, tarih boyunca çoğu zaman sevdiği erkek için kendinden vazgeçen, destek olan, anlayan, bekleyen bir figür olarak tanımlanmıştır. Dört Odalı Kalp, bu kalıbı yıkar. Djuna başlangıçta bu role uygun gibi görünse de, zamanla fedakârlığın ona neye mal olduğunu görmeye başlar. Aşkta fedakârlık, Dört Odalı Kalp’te yüce bir erdem gibi başlar, ama zamanla bir kimlik krizine dönüşür. Djuna’nın Rango’ya duyduğu büyük sevgi, onu anlamak ve iyileştirmek için gösterdiği çaba, sınır tanımayan bir vericilikle yoğruludur. Anaïs Nin bu romanında, kadının aşktaki fedakârlığını romantize etmek yerine, onu derinlemesine sorgular. Djuna’nın yaşadığı bu içsel dönüşüm, kadının aşk içinde hem verebilen hem de kendi benliğini koruyabilen bir varlık olarak yeniden doğuşunun simgesidir.
Romanın sonunda Djuna, artık şunu fark eder: Gerçek fedakârlık, kendini kaybetmeden sevebilmek, gerekirse çekip gidebilme cesaretine sahip olabilmektir. Rango’ya olan aşkı hâlâ canlı olsa da, onun kendisini tüketmesine izin veremez. Bu fark ediş, Nin’in yazını boyunca savunduğu kadın özbilincinin ve duygusal özgürlüğün bir ifadesidir.

Anaïs Nin
Bu noktada Dört Odalı Kalp, Anaïs Nin’in kişisel yaşamıyla da doğrudan ilişkilidir. Rango karakteri, Nin’in gerçek hayatta ilişki yaşadığı Perulu müzisyen Gonzalo Moré’den esinlenmiştir. Nin’in kocası Hugh Parker Guiler’in bilgisi dışında yaşadığı bu ilişki, Nin’in çift yaşamı ve ahlaki ikilemleri açısından da romanın alt metnini zenginleştirir. Djuna’nın içsel bölünmesi, yalnızca bir aşk meselesi değil, aynı zamanda bir kimlik mücadelesidir. Anaïs Nin’in dili düşsel imgelerle örülüdür. Diyaloglardan çok iç monologlara, dış olaylardan çok ruhsal çözümlemelere odaklanır. Bu da romanı, klasik anlatılardan ayırır. Okur, olaylardan çok Djuna’nın duygularına ve düşüncelerine tanıklık eder. Nin’in anlatımı bir nevi günceye benzer; olaylar dış dünyada değil, karakterin iç dünyasında cereyan eder. Romanın sonunda Djuna, yaşadığı ilişkinin onu nasıl yorduğunu, ne kadar çok şey verdiğini ve sonunda da özgürlüğünün bedelini nasıl ödediğini fark eder. Aşk ona bir yolculuk sunmuştur, ama bu yolculuğun sonunda kendine dönmeyi başarmıştır. Bu, bir aşkın ya da bir adamın değil, bir kadının kendi benliğine ulaşma öyküsüdür.
Dört Odalı Kalp, böylece yalnızca tutkulu bir aşk romanı değil, kadın ruhunun özgürleşme anlatısı, aşkın sınırlayıcı ve dönüştürücü doğasına dair bir içsel keşif olarak okunabilir. Nin’in hem bireysel hem de edebi cesareti, bu kitabı feminist edebiyatın da önemli taşlarından biri haline getirir.