Kitap kurtlarından nefret ederim. Siz, lütfen üstünüze alınmayın sevgili okuyucu… Sizi kast etmedim. Siz olmasanız, suya yazılmış bir sözden, sağır duvarlara edilmiş bir itiraftan, menziline varamamış bir ok ya da ateş almamış bir silahtan ve hatta kendini kalorifer borusuna asmış fakat hiçbir zaman bulunamamış, olduğu yerde çürümeye terk edilmiş bir bedenden ve bıraktığı mektuptan ne farkı kalırdı bu yazılanların.
Ben tozlu, ciltleri yıpranmış, sayfaları dökülen eski kitapları kemirip delik deşik eden kitap kurtlarından bahsediyorum, yani güvelerden… Alegori ve metaforların birbirine karıştığı, simgelerle imgelerin alt alta üst üste düzüştüğü sayfalara dişlerini geçiren, bilinç akışı halinde düşünceden düşünceye sıçrayarak her sayfaya delikler açan, bununla da yetinmeyip, kitabın kalbine doğru açtıkları bir zaman tüneline larvalarını bırakan böceklerden…
Bu böcekler, kitaplarla sadece beslenmek, hayatta kalmak ve türünü devam ettirebilmek için etkileşimde bulunur. Kitapla arasındaki ilişki faydaya dayalıdır. Hangi kitabı seçeceğine içgüdüleri ile karar verir. Kitabın ciltli olması, deri kaplı olması, eski olması, kütüphanenin nemli ve karanlık bir köşesinde olması kitabın seçilme şansını arttırır. Genelde maddi değeri olan, klasik eserleri tercih ederler. Bu bakımdan yeniliğe açık oldukları söylenemez, zamana meydan okumuş büyük bir yazarın kitabı dururken, yeni yetme bir yazarın matbaadan henüz çıkmış, üzerinde dumanı tüten eserine dönüp bakmazlar bile. Buna göre, okuduğu kitaptan bir şey öğrenmeyi ve fayda sağlamayı uman küçük burjuva aydınları ile hayatta kalabilmek için kitabı kemiren güveler arasında bir fark vardır.
Güveler samimidir. Sizin de öyle olduğunuza inanıyorum. Baudelaire, size “Kardeşim, benzerim, ikiyüzlü okuyucu…” ithamında bulunarak büyük bir yanılgıya kapıldı.
Kardeşliğimiz, Habil ile Kabil’in kardeşliğidir. Tanrıya adak sunmamız istense ben bu kitabı sunarım. Tanrı adağımı kabul eder de kapılacağınız kıskançlıkla öldürürseniz eğer beni, kargadan ilham alarak gömmek yerine cansız bedenimi, bu kitabı gömün toprağa…
Benzerliğimiz yoktur ne de üstünlüğümüz birbirimize. İkiyüzlülüğe gelince, ikiyüzlü değilsiniz. Mesleğini icra ederken yüzünü gizlemek için başına bir çuval geçiren zorba bir cellât olabilirsiniz siz ancak. Gizlemeyin artık kendinizi… İçinizden bir tanesi de baş cellâttır, bilirim. İşte ben ona yazıyorum tüm yazılarımı. Hayatta en hakiki giyotin sizinkidir.
Bir yazar, arzu ederse yazılarında suyu şaraba dönüştürebilir, körleri iyileştirip gözlerini açabilir hatta isterse ölüleri bile diriltebilir. Okuyucu, hem inanmak için mucize bekler, hem de mucize göstereni çarmıha gerer. Yazar, ancak öldükten sonra kutsallaşıp bir azize dönüşebilir.
Bizleri var eden de yok eden de zaman mıdır? Hayır! Hiçliktir, kargaşadır, karanlıktır!
İbadetin ideal objesi tanrıdır. Yazma eyleminin ideal objesi yazı, öznesi ise yazardır. Yazar bir tanrı gibi kâğıdın düzleminde yaratabilir, yok edebilir, fakat tanrı ile özdeşleşemez. Yarattığı öyle karakterler olur ki onlar yazgıları ile doğarlar ve bu yazgıya dışarıdan yapacağınız her müdahale korkunç sonuçlar doğurur. Böyle karakterlerin yazardan bağımsız bir ruhu vardır.
Ruh bedenin bir formudur, beden ölünce ruh da yok olup gider. Ruh maddi bir şeyin hayat ilkesi olabilir ancak. Oysa düşünceler ölümsüzdür. Bu kitabın varoluşundan şüphe duyabilirsiniz. Çünkü bu kitabı izlenim, imgelem ve duyularınızla sınadınız. Bunlar birer yanılsama da olabilir. Ancak düşüncenin varoluşundan kuşku duyamazsınız, çünkü kuşku duyma edimi başlı başına düşünseldir. Dünya ile ilgili deneyiminiz, sadece bu kitabı okurken zihninizde yankılanan iç sesinizden ibaret olsaydı, bu kitabı kutsal kitabınız kabul edebilirdiniz, ancak şunu da unutmayın ki bu dünyadaki en büyük kötülükler hep kutsal şeyler adına yapılmıştır. Kim iyilikle kötülüğü ayırt edebilir?
Hiçbir şey salt kendiliğinden var olamaz. Tıpkı bir bireyin varoluşunu anne ve babasına borçlu olması gibi bu kitap da varlığını rastlantılara, çarpışmalara ve Homeros’tan bugüne yazılmış tüm metinler arasındaki nedensel ilişkiye borçludur. Bunun en makul ve ikna edici delili ise okuyucunun kendisidir.