Haftalık Öneriler Öneriler

It’s Okay Not To Be Okay

2020 yapımı bu Güney Kore dizisi, çocuklara karanlık masallar yazan ama soğuk ve mesafeli bir kişiliğe sahip ünlü yazar Ko Moon-young ile psikiyatri kliniğinde çalışan şefkatli ve sorumluluk sahibi hemşir Moon Gang-tae’nin yollarının kesişmesiyle başlıyor. Gang-tae, otizmli abisi Moon Sang-tae ile birlikte hayat mücadelesi verirken, Moon-young’la karşılaşmaları herkesin hayatında büyük değişimlerin kapısını aralıyor.

Dizi boyunca karakterler yalnızca birbirleriyle değil, geçmiş travmaları ve içsel yaralarıyla da yüzleşiyor.  It’s Okay Not To Be Okay, yalnızca bir romantik drama değil; aynı zamanda iyileşme, empati ve kendini kabullenme üzerine etkileyici bir hikâye sunuyor.

Benim dizide en çok sevdiğim şey, her bölüme ismini veren çocuk hikâyeleriydi. Bu hikâyeler klasik çocuk kitaplarından farklı olarak daha karanlık ve kötü karakterleri  ön plana çıkarıyor. Bazıları ise Romeo ve Juliet, Uyuyan Güzel, Rapunzel gibi klasik hikâyelerden ilham alınarak yeniden yazılmış.

Hikâyeler aynı zamanda dizinin kurgusuyla da paralel ilerliyor; bazen bölüm hakkında ipucu veriyor, bazen de genel olay örgüsünü destekliyor. Görselleri ve çizimleri de çok başarılı, diziden bağımsız masalsı bir atmosfer yaratıyor.

Dizide bazı uzun bölümler veya klişe sahneler olsa da karakterler ve hikâyenin kurgusu oldukça başarılı. Özellikle baş kadın karakter güçlü ve eğlenceli bir kişiliğe sahip. Dizide yer yer gerilim unsurları da bulunuyor, bu da hikâyeye ayrı bir derinlik katıyor. Genel olarak benim çok sevdiğim bir dizi oldu.

The Boy Who Fed On Nightmares

The Cheerful Dog

Zombie Kid

Finding the Real Face

Dizide çok sevdiğim hikayelerden biri olan Zombi Çocuk hikayesi,

“Küçük bir köyde bir bebek doğmuş.

Teni solgun, gözleri büyükmüş. Çocuğu büyütürken annesi doğal yollardan fark etmiş, çocuğun hiçbir hissiyatı yokmuş. Sadece bir zombi gibi yemek yemek istiyormuş. Annesi, köylüler onu görmesin diye oğlunu bodrum katına kilitlemiş. Onu beslemek için her gece komşularından hayvan çalmış. Onu bu şekilde gizlice büyütmüş. Bir gece tavuk çalarmış, ertesi gün domuz çalarmış. Bu şekilde birkaç yıl geçmiş.

Bir gün bir salgın hastalık çıkmış. Hayvanları ve birçok insanı öldürmüş. Salgından kurtulanlar köyü terk etmiş. Ama anne, oğlunu yalnız bırakamamış. Açlıktan ağlayan oğlunu yatıştırmak için bir bacağını kesip vermiş. Sonra kolunu vermiş. Ona bütün uzuvlarını vermiş. Gövdesinden başka hiçbir şey kalmayınca oğluna son kez sarılmış — ve geriye kalanı yemesine izin vermiş.

-Buraya gel.

Çocuk, iki kolunu kullanarak sıkıca annesinin bedenine sarılmış ve hayatında ilk defa konuşmuş.

-Anne,

-Sen sıcacıksın.”

Diğer öneriler için tıklayabilirsiniz.

Ezgi Orhan’ın tüm yazılarına buradan ulaşabilirsiniz. 

Ezgi Orhan

Poe’nun dehşetengiz öykülerinin karanlığı ile Miyazaki’nin rengarenk ve duygu dolu dünyasının arasında kalmış, yolunu bulmayı çok da umursamayan kayıp bir ruh. Neden yazar, neden çizer? Çünkü konuşmayı sevmez, anlatmayı da sevmez; ama hayal etmeyi sever. Gerçekleştirmeyi umursamadan hayal eder. Bunları da kağıda döker. İleride ait olamadığı bu dünyadan kaçıp Neverland’a yerleşmek, kitapları ve boyaları ile sonsuza dek mutlu yaşamak istemektedir. Ama şimdi katılması gereken bir karnaval var.

YAZAR HAKKINDA

Ezgi Orhan

Poe’nun dehşetengiz öykülerinin karanlığı ile Miyazaki’nin rengarenk ve duygu dolu dünyasının arasında kalmış, yolunu bulmayı çok da umursamayan kayıp bir ruh. Neden yazar, neden çizer? Çünkü konuşmayı sevmez, anlatmayı da sevmez; ama hayal etmeyi sever. Gerçekleştirmeyi umursamadan hayal eder. Bunları da kağıda döker. İleride ait olamadığı bu dünyadan kaçıp Neverland’a yerleşmek, kitapları ve boyaları ile sonsuza dek mutlu yaşamak istemektedir. Ama şimdi katılması gereken bir karnaval var.

Bir Yorum Yazın

+ 70 = 75
Powered by MathCaptcha