Bu hafta sizlere Matt Haig‘ten “İnsanlar” kitabını önereceğim. Matt Haig ismini duymuştum ancak hiç bir kitabını okumamıştım. Yakın bir arkadaşımla kitap muhabbeti yaparken bu kitabın konusundan bahsetti, ilgimi çekince de kitabı edindim. Yazarın dili açık ve akıcı, edebi yönü çok ağır değil. Bu da okumayı kolaylaştırıyor.
Matt Haig, dehb, depresyon ve anksiyete ile mücadelesi sırasında kendini yazmak yoluyla ifade edebilmiş, bazı kaynaklarda otizm tanısı aldığı da yazmakta. Sadece yetişkin değil çocuk kitapları da yazan bir yazar.

Matt Haig
“İnsanlar” kitabına gelirsek eğer arka kapak kitabı şöyle tanıtıyor:
Yağmurlu bir akşamda Profesör Andrew Martin, önce dünyanın en büyük matematik bilmecesini çözmeyi başarıyor, ardından sırra kadem basıyor. Nihayet bir yol kenarında çırılçıplak halde bulunduğunda, kıyafetsizlikten daha ciddi bir meselesi olduğu ortaya çıkıyor: Andrew Martin artık insanlardan tiksiniyor; görünüşlerinden de yiyip içtiklerinden de bitmeyen şiddet ve savaş arzularından da… Yabancı bir tür arasında kaybolmuş hissediyor kendini. Sevgi ve aile kavramları onda şaşırtıcı bir ilgi uyandırsa da tüm sakinlerinden nefret ediyor bu gezegenin. Newton hariç… Ama o da bir köpek işte…
Sahi, kim bu adam? Onun –ya da herhangi birinin– insanlık hakkındaki tüm fikrini değiştiren şey ne olabilir?
Kitap Andrew Martin isimli bir profesörün matematiğin çözülmemiş hipotezlerinden biri olan Riemann Hipotezini çözmesi sonrası ortadan kaybolmasını ve geri döndüğünde tamamen “değişmiş” olmasıyla başlıyor. Kitabın anlatıcısı da bu “değişen” Andrew Martin… Bu Andrew Martin’in yeni ruh hali ve bakış açısıyla insanlığı ve dünyayı yeniden yorumlamasını okuyoruz.
“İnsan olmak” nedir? Kusurların ve zayıflıkların gölgesinde ölümlü bir yaşamı yüceltme arzusu nereden geliyor? Matematik insanlığı bir üst mertebeye çıkarabilir mi? “Üst mertebe” denilene ulaşmak için ya “insanlığımızdan vazgeçmemiz” gerekiyorsa, buna değer mi?
Kitaptan bir alıntı ile bitireyim:
“Neydi gerçeklik? Nesnel bir hakikat mıydı? Kollektif bir yanılsama mıydı? Çoğunluğun fikri miydi? Tarihsel bakışın bir ürünü müydü? Bir rüya mıydı yoksa? Evet, öyleydi belki de. ama şayet rüyaysa, bir türlü uyanamadığım bir rüyaydı.
İnsanlar hayata ister kuantum fiziği, biyoloji, nöroloji ya da matematik gibi yapay bir şekilde bölünmüş alanların, ister aşkın gözüyle daha derinlikli bir şekilde baksınlar, adım adım saçmalığa, mantıksızlığa ve kaosa yaklaşıyorlar. Bildikleri her şey tekrar tekrar çürüyor. Dünya düz değil, sülüklerin tıbbi bir değeri yok, Tanrı yok, ilerleme bir mitten ibaret, ellerinde tek şey şu an.”
Fotoğraf: Good Housekeeping