Ömür törpülediğim yol arkadaşım,
Mektuba soğuk bir giriş oldu, farkındayım. Sana kızgın olduğumu düşünme. Artık ben yaşımı başımı aldım, kolay kolay hiçbir şeye öfkelenmiyorum. Sanırım yaşlanmak, biraz da insanın affetmeyi öğrenmesi demek, en çok da kendini…
Ne tuhaf değil mi? Genç bir kızken bana hayatta en çok ne istersin diye sorduklarında; evlenmek istediğimi söylerdim onlara. Hayatım boyunca en çok kocamı seveceğimi, en çok zamanımı onunla beraberken geçireceğimi hayal ettim hep. Evet onu sevdim. Fakat sonra ne oldu da onu ihmal etmeye başladım? Ne oldu da tüm günümü sana ayırmaya başladın? Beni cezbeden şey neydi?
İdealler, büyük haller, ümitler, çocuklukta öğretilen, bize aşılanan doktrinler! Bunlar beni bir yaprak misali sana savurdular! İtiraf etmek acı olacak ama seni hiç sevmedim. En başından beri senden tiksindim. Utandım. Kuaför salonuna her gidişimde kendi kendime söyleniyordum… Neden yapıyorum bu işi diye. Ama hafta sonlarında bankaya para yatırmak hoşuma gidiyordu. Rugan ayakkabılar, irili ufaklı mücevherler almak ve salına salına taksiye binmek, ev gezmelerine başım dik gitmek hoşuma gidiyordu.
Yine de hiç mutlu olamadım seninle! Öğretmenlerin, bankacıların yanında bana “kuaför” dediklerinde gocunuyordum. Alt tabakadan, basit bir kadın gibi görüyorlardı beni. Onların bu alaylı bakışlarını gördükçe mesleğime daha sıkı sarılmak geliyordu içimden. Hatta sadece o zaman sana ihtiyaç duyuyordum.
Para kazanıyordum. Kendi işimdi. Bu da çevremde pek az kadının sahip olabildiği bir şeydi. Beni demek sevmedin, demek mesele sadece paraydı diyeceksin, değil mi? Evet, belki de haklısın. Seni, mesleğimi hiçbir zaman sevmedim. Fakat seninle iyi geçinmeye çalıştım. Çünkü sana ihtiyacım vardı… Çünkü sen olmadan kendimi sıradan, değersiz, güçsüz bir kadın gibi hissediyordum. Çünkü senin bana sağladığın ekonomik güvenceyi kocamın sağlaması mümkün değildi. Ne tuhaf ki maddiyatı hiç mi hiç önemsemeyen bir kadın bilirdim kendimi… Olduğu kadar, denkleştirebildiğimiz kadar diyordum evliliğimin başlarında… Meğer ben de kendimi tanıyamamışım…
Şimdi geriye dönüp bakınca, kocamla geçirdiğim anlara değil, seninle geçirdiğim anlara yanıyorum. Kocam bana değer verdi. Benden de aynını bekledi. Fakat ben onun sevgisine yeterince karşılık veremedim… Dahası çocuklarım… Onları da ihmal ettim. Onlara doğru düzgün annelik edemedim. Akşam dokuzlara, onlara kadar kuaför salonumda didindim durdum.
Kocamı zayıf, pısırık biri gibi gördüğüm için senin yanına koşuyordum. Oysa senin yanında geçirdiğim anlardan da zerre keyif almıyordum. Kadınların bitmek tükenmez dedikoduları olur derler değil, mi? Ama şikayet edemem ki sana… Ben lafa tutuyordum onları, sırf daha fazla otursunlar, canlarını sıkıldıkça bana gelsinler, hiç olmazsa fön çektiriversinler diye…
Pişman mıyım? Bir yere kadar… Dün akşam hem kocamı hem de çocuklarımı karşıma aldım ve onlara şimdi aynen sana yaptığım gibi itirafta bulundum. Sizlere yeterince zaman ayıramadım. Beni hiç de mutlu etmeyen bir işe dört elle sıkı sıkı sarıldım; iyi bir eş, iyi bir anne olamadım, dedim.
Çocuklarım ne cevap verdiler biliyor musun? “Sen tanıdığımız en iyi annesin dediler.” Gözlerim yaşardı onların bu yanıtı ile. Bak şu anda sana yazarken yine ağlamaya başladım. Kocam da hemen o akşam koca bir çiçek aldı getirdi, salonun orta yerinde duruyor.
Bu sana yazdığım ilk ve son mektup. Artık kuaför dükkanını devrediyorum. Mesleğe veda. Bundan sonra görüşmeyeceğiz. Kendimi yeni bir hayata adayacağım. Artık ne sana ne de başka bir işe yer yok. Emekli oluyorum. Kocam, çocuklarım ve ben yepyeni bir başlangıç yapıyoruz.
Hayatı bir kez yaşayabiliyoruz. Sen olmadan beni yine aynı ben olur muydum, ailemin değerini bilir miydim, yoksa kendimi var etmek için başka serüvenlere mi yelken açardım, inan bunu kestirebilmem çok zor… Şimdilik yapabileceğim tek şey her şeye rağmen seninle barışmak, seni ve kendimi affetmek… Hiç uğruna tükettiğim zamanlara, bana kazandırdığın “itibara” teşekkür etmek…
Elveda,
Eş ve Anne Selma